Fiziki sosyal doğamızı içeren kültürel mekânlarımızdır kentler.. Hatıralarımız saklıdır konaklarında, okullarında, caddelerinde, meydanlarında, parklarında.. Kentin dokusuna sinmiş hatıralarımızın farkına varmaktır bu anlamda kentlilik bilinci.. Doğasına, tarihine, kültürel mirasına sahip çıkmaktır.. Kente ait hissetmektir kendimizi, “hemşehri” olmaktır.. Yurdakul’un; “Ey hemşehri, Sakın kesme!” dizeleriyle başlayan şiirini yaşamaktır mesela..
Medeni olmakla eş anlamlıdır kentlilik bilinci.. Mefhumu muhalifinden (kavramın zıddından) hareketle söylersek vahşi olmamaktır yani.. Vahşi sözcüğünün Batı dillerindeki karşılığıdır barbar.. Uygarlaşmamış anlamında kullanılır gerçek anlamıyla.. Mecaz kullanımı içindedir kaba, kırıcı, duygusuz, merhametsiz anlamları.. Medeniyet yağmalayıcılarının, çapulculuk edenlerin sıfatıdır barbarlık..
Marks’ın; “Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser” sözü, hem mecaz hem gerçek anlamıyla tanımlar mesela barbarlığı.. “Kısa vadede kâr ve haz, uzun vadede acı ve yıkım getiren” şeklinde tanımlar İbrahim Öztürk de barbarlık yüzü medeniyetle maskeli kapitalizmi.. Ve ekler: “Öte yandan problem kapitalizmin batıp batmayacağı ile ilgili de değil. Zira bu düzen sayesinde batan insanlıktır.” (“Kapitalizmin bin bir yüzü ve sonuçları” adlı makale, Zaman, 21.6.2010)
Will Durant, “Medeniyet kültürel yaratmayı harekete getiren sosyal bir düzendir” tanımıyla başlar “Medeniyetin Temelleri” adlı eserine.. Devamında; “İnsan ancak toprağı işlemek ve önceden tayin edilemeyen istikbal için tedbirler almak üzere bir yere yerleştiği vakit, medeni olmak için zaman ve sebep bulabilir” der.. (s.17, Çeviri Nejat Muallimoğlu, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 1978)
Toprağı ekip biçmenin Latincesi “cultura..” Türkçesi “ekin” olarak verilen kültür sözcüğünün kökü; bakmak, özenmek anlamlı “colere..” Buradan kültürü; emek vererek, özenle bakarak yetiştirmek, bir değer ortaya çıkarmak anlamında tanımlayabiliriz.. Kentli yaşamın, Doğu’dan Batı’ya öteden beri “medeni yaşamla” eş anlamda kullanıldığını biliyoruz.. Örneğin, Arapça Medeni; Medineli yani şehir halkından olan anlamındadır.. Batı Avrupa dillerinde medeniyet anlamında kullanılan “civilisation” kelimesinin kökeninde de, kentli anlamı olan “civis” bulunmaktadır.. Kentleri/medeniyeti oluşturan kültürdür ve kültürü süreç içinde koruyan da, geliştiren de kentlerdir/medeniyettir diyebiliriz özetle.. Buradan da emeği ile ürün sergileyen insanları kültürlü, emeğin ürünlerini değerlendiren, koruyan, saygı gösteren insanları da medeni dolayısıyla kentli olarak tanımlayabilir ve kentlilik bilincini de bu tanımın içerisine yerleştirebiliriz..
Madem ki kentli dolayısıyla medeni; emeğin ürünü ve değerleriyle oluşan kültürü muhafaza ederek geliştiren demektir, bu halde kentleri de; insanlığın kolektif kültür ve uygarlık tarihinin hafızaları anlamında görebiliriz.. Kent belgesellerinde görüyoruz.. Neyi? Tarihi dokuları muhafaza edilen, dolayısıyla kültürel hafızaya vurgu yapan yapıları.. Burada söz konusu edilen, kent içinde kalan binlerce yıllık tarihi törensel yapılar değil sadece.. Bu da var elbette ve fakat asıl bugün hala içinde yaşanılan evler, okullar, sokaklar, meydanlar, parklarda duyumsanan kentlilik bilincidir söz konusu olan.. Sorabiliriz bu bağlamda yaşadığımız kent adına kendimize: Belleğimize vurgu yapan kültürel dokumuzun işaret levhaları anlamıyla mimari yapılarımızdan kaç tane konak görebiliyoruz kentlerimizde? Kaç okul, kaç meydan kaç park? Ah, fakat görmek için, kültürün köklerinde bulunan anlamdan fotosentez yaparak, “özenle bakmak” gerektiğini söylemeli ve şayet göremiyorsak, kentlerimize özenle bakmadığımızı içtenlikle itiraf etmeliyiz diye düşünüyorum ben..
Devam edebiliriz bu bağlamda sormaya: Neden, penceresinden balkonuna, duvarlarından bahçesine, bize, gündelik yaşamımızın içinden, sanatsal güzellik duyumu yaşatacak evleri, apartmanları geleneksel yapı tarihimizin dokusuna yakışır biçimde inşa etmiyoruz, edemiyoruz? Nedeni “kısa vadede kâr ve haz, uzun vadede acı ve yıkım getiren” tanımın içinde mi yoksa? Tanımın içindeki nedenden dolayı mı bakamıyoruz acaba özenle kentlerimize? Aynı nedenden dolayı mı muhafaza edemiyoruz kültür, uygarlık belleğimiz olan tarihi yapılarımızı, yoldaki işaret levhalarımızı? O nedenden dolayı mıdır yoksa kayboluşumuz zaman ve mekân tasavvurlarımızın içini boşaltan veya dolduran beton ormanlarında? Ve evleri, okulları, sokakları, caddeleri, meydanları, parkları kültürel dokuya uygun yeniden üreterek inşa edemeyişimiz de bu nedenle midir acaba?
“Antropologlar (insan bilimciler), önlerinde bir yerliyle Amazon bölgesinde bir keşif gezisine çıkıyorlar.. Yüksekçe bir ağaca levha asarak kaybolmaları durumunda bu ağaca doğru gelmeyi kararlaştırıyorlar.. Bir süre sonra mırıldanmalar başlıyor: ‘Kaybolduk galiba!’ Yerli pek bir anlam veremiyor. Mırıldanmalar artınca sebebini soruyor; ‘galiba kaybolduk’ diyorlar. Yerli kendi bedenini yokluyor, beyazlara dokunuyor ve gülüyor. ‘Buradayız, buradaysak nasıl kaybolmuş olabiliriz?’ Antropologlar soruyor: ‘Peki işaret levhası?’ Yerli rahatlıyor: ‘İşaret levhası kayboldu desenize!..” (Mostar, Aylık Medeniyet ve Kültür Dergisi, s.73, sayı 4, Haziran 2005)
Yoldaki işaret levhalarını kaybeden bir kentlinin, zaman ve mekân kavramlarının içinin boşaltıldığı veya doldurulduğu beton ormanlarında kendisini bir çöl bedevisi gibi bulmasının anlamı ne?
Selam ve saygılar…
Kentleriniz sizin olsun… Ben köylerimde, yaylalarımda, ormanlarımda, dağlarımda, ovalarımda yaşamak istiyorum. Yaşasın “Köylülük Bilinci”