Alışkanlıklara Bağlılıklarımız…

0
76

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? İnternet bağlantım kesik… Elim kolum bağlı gibi algılıyorum kendimi ne garip. Oysa internet olmadan da yazımı yazabilirim. Hatta yazım bitene dek alıcı aygıtı kullanmam bile normalde. Ancak bilirim ki internetim var ve istediğim zaman dünyada bir sörf yapabilirim. Yani kullanmasam da var olduğunu bilmek güven vermeye yetebiliyor!

O kadar çok şeye o kadar çabuk ve o kadar çok alışıyoruz ki ayrımında olmadan hayret etmek elde değil doğrusu.. Şu an elim kolum bağlı ve dünya ile ilişiğim kesik algılıyorum kendimi nasıl bir şey bu? Birazdan bağlantım yenilenmiş olacak biliyorum ancak bu bile bana güven vermiyor.

Bilgisayarı internetsiz düşünemez olduk telefonlarımızı da hatta fotoğraf makinelerimizi, hiçbir şeye bağımlılığı olmayan ben bile şu an elim kolum bağlı algılıyorsam 7-24 internet kullananların halini düşünemiyorum bile. Ve bu, alışkanlıklarımız farkında olmadan ne kadar bağımlı olduğumuzu gösteriyor.

Aslında alışkanlıklarımız hayatımızın sınırlarını oluşturuyor zamanla. Ve biz bilmeden bu sınırların içine sığınıyoruz, kimsesiz çocuklar gibi. Ve bu sınırların dışına çıkmaktan korkarız çoğu zaman çünkü kendimizi onlarla güven içinde algılarız.

Oysa alışkanlıklar sonradan edinilmişlerdir. Sadece alışkanlıktırlar aslında, yani değişebilir hatta vazgeçilebilir. Yalnızca bunun ayrımında olalım ve onları edindiğimiz gibi onlardan kurtulabileceğimizi de düşünelim… Düşünelim ki bundan önce böyle bir alışkanlığımız yoktu ve biz yinede yaşayabiliyorduk. Oysa şimdi…

Alışkanlıklarımız hayat görüşümüzü bile etkiliyor. Ve tembel olmamıza neden oluyor. Örneğin alışık olmadığımız bir şeyi denemekten acayip yüksünüyoruz. Alışık olduğumuz çevrenin dışına çıkmak yeni ve değişik şeyler denemek zahmet oluyor. Ve eğer deneyeceksek denemeden önce çok düşünüyoruz önce kendimizle mücadele ediyoruz. Ve bazı alışkanlıklarımız bazen kendimizle özleşiyor.

Saçlarımın rengini değiştireceğim örneğin kendimi bildim bileli bu renk ve bu modeli kullanıyorum. Alışkanlığım benden bir parça olmuş. Şimdi nasıl parçamı koparıp atacağım? Düşünmüyorum bile saçlarım aynı kalacak modeli ve rengi değişmeyecek çünkü.

Alışkanlığım, karakterim, tavrım ve sitilim oldu. Onları değiştirmek kendimi değiştirmek gibi olur ki; belki iyi de olurdu kim bilir?

Ve sevgili okuyucularım düşünürsek eğer yaşantımızın yarısından çoğunu alışkanlıklarımız doğrultusunda yaşıyoruz. Alıştığımız yol, alıştığımız ağız tadı, alıştığımız konuşma tarzı, alıştığımız giyim kuşam, alıştığımız koku ve bir sürü alıştığımız şey, alışmadığımızlar ise alıştığımız şeylerin dışında kalanlar ve onlara şans vermek istemeyiz nedense. Hemen sınırlarımızı kapatırız onlara. Oysa sınırlarımızdan kendimizi koparabilsek açılsak sere serpe hayatın kollarına göreceğiz ki korkacak bir şey yok kendimizden başka.

Ve sevgili okuyucularım yazıma başladıktan az sonra netim de bağlandı. Ancak yazımı kesip nete girmedim bile ancak onun varlığının verdiği rahatlıkla yazıma devam ettim ve sonuna geldim. Ve inanın değişmeyecek tekbir alışkanlık bile yok. Ve kötü alışkanlıklar her zaman yolumuzun üzerinde bize tuzak kurmuş bekleşiyor. Onlara yüz vermeyelim. Verenleri görüyoruz ne kadar yazık ediyorlar kendilerine. Unutmayalım ki hepimiz çok önemli ve güçlüyüz. Ve şimdilik hoşça kalın deme zamanı geldi. Sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım her zaman sevgili okuyucularım. Yase

alışkanlık ile ilgili görsel sonucu

& & & & &

Ve sevgili okuyucularım Emre ile hazırladığımız edebiyat ödevin ikinci hikâyesi ile siz baş başa bırakıyorum. Kopyalamak alıntı yapmak yasaktır.

GERÇEK YÜZLER

Çok eski zamanlarda zengin bir bey varmış. Beyin bir kızı varmış güzelliği dünyalara nam salmış. Her gün değişik ülkelerden kızı istemeye gelen olurmuş. Ama kız hiç birini beğenmezmiş. Bu yüzden aslında kendini beğenmiş, kibirli bir kız değilken adı kimseyi istemediği için kibirliye çıkmış. Artık onu istemeye kimse gelmez olmuş. O bu durumdan çok memnunmuş. Çünkü daha çocukken rüyasında ak saçlı bir ihtiyar “sakın kimseciklerle evlenme senin kısmetin ilerde sana göstereceğim birine bağlı” demiş. “Ve sakın ola bu rüyayı kimseye anlatma yoksa başına gelmeyen kalmaz” demiş. Kız bu rüyadan çok etkilenmiş. Kimseye korkusundan bir şeycikler söyleyememiş.

Gel zaman git zaman bir gün şehre bir yabancı gelmiş. Şehirde konaklayacak yer ararken pazarda, yardımcısı ile inci boncuk alan dünyalar güzeli beyin kızını görmüş. Hemen oracıkta kıza âşık oluvermiş. Kızın yanına varıp kendini tanıtmış, ben demiş periler ülkesinin prensiyim. Kız onu görünce sanki ömür boyu onu bekliyormuş gibi sevinmiş ve bir görüşte o da âşık oluvermiş prense. Ama utancından hemen oradan kaçmış. Prens arkasından seslenmiş “yarın seni ormanda bekleyeceğim.”Kız kanat takmış gibi uçarak eve gelmiş. Heyecandan yemek bile yemeden odasına çekilmiş, gece derin bir uykuya dalmış.

Rüyasında periler ülkesinin prensini görmüş, tam ona yaklaşacakken prens aniden bir kuşa dönmüş kocaman beyaz bir kuşa. Kız korkuyla sıçrayarak uyanmış. Yatağın ayakucunda uyuklayan dadısı da uyanmış. Kız rüyasını ağlayarak ona anlatmış. Dadısı aynı zamanda bilgeymiş rüyasını hemen yorumlamış. Bak kızım demiş bu prens kuş gibi daldan dala konan bir insan seni de kendine bağlayıp başka kızlara bakmasından korkarım demiş. Kız bu yoruma çok üzülmüş ertesi sabah erkenden yanına kimseyi almadan ormana gitmiş ve periler ülkesinin prensini beklemeye başlamış. Prens çok geçmeden beyaz atı üzerinde görünmüş. Kızı bir tutuşta yanına çekmiş, ikisi at üzerinde ormanda dolaşmaya başlamışlar ama kız çok suskun ve üzgünmüş. Prens “Neden bu kadar üzgünsün” demiş.

Kız rüyasını anlatmış ve bilgenin yorumunu eklemiş. Sen gerçekten beni aldatır mısın demiş? Periler ülkesi prensi attan inip kızın önünde diz çökerek ona böyle bir şey yapmayacağına dair yemin etmiş. “O zaman gel beni babamdan iste evlenelim tahtımıza çıkıp mutluluğa erelim” demiş. Tamam demiş prens. Kız eve vardıktan yarım saat sonra prens beyin huzuruna çıkmış kendini tanıtmış ve kızına talip olduğunu söylemiş. Bey kızıma sormam gerek demiş çünkü onu dünyanın her köşesinden isteyenler olmuştu hepsi de prens ya da kraldı ama o hiç birini istemişti bakalım sizi isteyecek mi?

Kızını çağırmış kız başını kaldırmadan yerden “evet isterim“ demiş. Hemen konakta düğün hazırlıkları başlamış, bütün şehirde insanlar konuşuyormuş: beyin kendini beğenmiş kızı nihayet kocaya varıyor diye. Ama yinede hepsi çok sevinmiş çünkü aslında onlar da inanmazlarmış kızın kibirli olduğuna ya. Neyse düğün günü gelmiş çatmış. Prensin ülkesinden periler gelmiş kızın gelinliğini hazırlamış, sonra kanatlarına takarak onu gökyüzüne yükseltmişler. Tatlı tatlı süzülerek beyaz bulutlar arasından peri prensinin sarayına varmışlar. Sarayda muhteşem bir düğün olmuş.

Saraya yerleştikten sonra yorgunluktan oturduğu yerde kızcağız uykuya kalmış ve rüya görmeye başlamış. Rüyasında ne görsün istersiniz? Ta çocukluktan ilk gençliğe adım attığı zaman rüyasına giren aksakalı ihtiyar karşısında duruyormuş, yüzünde bir üzüntü bir üzüntü. “Ben sana kimseyle evlenmeyeceksin demedim mi” demiş? “Şimdi başına gelecek olaylara da katlanacaksın” der ve kıza parmağının ucuyla dokunur, kız o an bir cadıya döner.

Arkası Yarın

Günün Şiiri

Şehrin Üstünden Geçen Bulutlar

Bakıp imreniyorum akınına

Şehrin üstünden geçen bulutların.

Belki gidiyorlardır yakınına

Rüyamızı kuşatan hudutların.

Evler, ağaçlar, sular, ben ve bu an

Sanki bulutlarla bir, akıyoruz;

Onların hevesine uyaraktan

Cenup ufuklarına bakıyoruz.

Biz de hafif olsaydık bir rüzgârdan,

Yer alsaydık şu bulut kervanında,

Güzel’e ve Yeni’ye doğru koşan

Bu sonrasız gidişin bir yanında;

Dağlara, denizlere, ovalara

Uzansaydık yağarak iplik iplik,

Tohumları susamış tarlalara

Bahar, gölge ve yağmur götürseydik.

Bakıp imreniyorum akınına

Şehrin üstünden uçan bulutların.

Gidiyor, gidiyorlar yakınına

Rüyamızı kuşatan hudutların.

Ahmet Muhip Dranas

Sevdiğin Kadar Sevilirsin

Her şey sende gizli
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif
kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakini gördüğüdür rengin
Yaşadıklarını kar sayma
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme, bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi;
Sevdiğin kadar sevileceksin

Ay ışındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak
Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü his ettiğin kadar güçlü
Kendini güzel hissettiğin kadar güzel
İşte budur hayat, işte budur yaşamak
Bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün;
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve her şeyi öğrendiğin kadar
bilirsin Bunu da öğren;
Can YÜCEL

Günün Sözü

Hiçbir arkadaş arkadaşlığını ispat edene kadar gerçek arkadaş değildir.
Baumont Fletcher

Olayları değiştiremiyorsanız, bakış açınızı değiştirmelisiniz…
Bizans Atasözü

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here