Sanat Yazısı
Değerli okurlarım, yaklaşık yüz yıllık bir andımız var hepinizin bildiği gibi. ‘Türk’üm, doğruyum, ilkem, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak’ diye devam ediyor. Çocukluğumdan veri bilirim o andı. Bu andın ifadeleri çok güzel. Güzelini yapmak dururken, tersini yapmakla ne bir şeyler düzeliyor, ne de bir yerlere varılıyor. Üstüne üstlük bir de yasaklamaya kalkıyorlar. Rahatsızlık nerede?
Yandaki Gönül köşemden sütunlarında sindirilmekten, sorgusuz sualsiz içeriye girmelerden söz etmiştim. Şayet, insan olarak yapımıza egemen olan, zaman-zaman da olsa öfkelenip, isyan ettiğimizde birileri kulak vermez, ilgilenmezse niyetleri hemen belli olmayan bazıları insanlarımıza, gençliğe şekil vermeye, vaatlerle dizayn etmeye ve de ülkemizin ve hayatımızın her yerine sızmaya devam eder.
Ekranlarda, birileri çıkıyor demokrasiden, cumhuriyetten ve özellikle kardeşlikten söz ediyor, tarihteki büyüklerin ismini ağzından düşürmüyor.
Efendim, o muhteremleri hepimiz seviyor ve de sayıyoruz. Yeri ve zamanı geldiğinde o insanlar hakkında bildiklerimizi sizlere sunuyoruz. Ancak, her ekrana çıkışta ve bazı yapılara isimlerini vermekle, bazı yayın organlarının yazıp çizmesiyle dostluk, kardeşlik oluşuyor mu?
Onların bıraktıklarını benliğimizde yaşamak ve mümkün olduğu kadar da yaşatmak ama ifrata kaçmamak gerekiyor. “Küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak” var andımızda. Öyle değil mi?
Gördüğümüz kadarıyla, akıllı uslu, sessiz ve sedasız az da olsa birbirini seven, muhtemelen ekmeğini paylaşan bir gençlik bulunmakta. Bu gençliğin başka bir Türkiye olmadığını… Gidecek başka bir yerlerinin bulunmadığını…
Gençlik bunları biliyor ama muhtemelen içlerine sindirememiş olabilirler. Bu nedenle bazı önemli konuları kitaplardan çıkarmayıp, bu vatanın topraklarının aziz şehitlerimizin kanıyla sulandığını anlatmamız lazım. Aslına bakarsanız ekranlarda çok şeyler duyduk bugüne kadar. Söyleyeyim mi?
“Bu milletin A…na koyacağız.” Onun G….n kılını yerim!” Her şeyin bir nedeni olmalı. Bu ifadelerin de bir nedeni vardır.
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Gönül Köşemden
Küçüklerimi Korumak, Büyüklerimi Saymak
Değerli okurlarım, yediklerimizi, içtiklerimizi, soda, maden suyu ve benzeri ürünlerle sindirip, tekrar bir köşeye oturup zaman doldurmanın, bu şekilde ömür tüketmenin sizce bir anlamı olur mu? Futbol maçı izlemeye gidenler, statlara olay çıkarmak için mi gidiyorlar? Kesinlikle HAYIR…
Ilımlı olanlar, temaşa zevkini tatmin için yani dünyanın peşinden koştuğu ve önemli bir sektör olan futbolu çıplak gözle görebilmek ve de ücretini ödeyerek tribündedir.
Fanatik olanlar da, renklerinin başarısını görebilmek için yani renk aşkını tatmin için olumsuz hava koşullarına aldırmadan tribünleri doldururlar. Bu insanlar tiyatroya gitmiyorlar, en sert sporlardan birini ve en önde gelenini izlemeye gidiyorlar.
Tribünler deşarj olma, kaynaşma ve hatta dost olma yeridir. Bu sporseverler yeşil zemin üzerindeki takımların lehine ya da aleyhine slogan atmaları, aşırıya kaçmamak kaydıyla doğal bir hadisedir. Atılan sloganlar her neyse. Arkasından anons yapılır ve sloganların boyutu ne olursa olsun müsabaka sona erer. Bir süre sonra da sporseverler stadı terk eder.
Ancak, sporsever huzursuzdur ve şöyle düşünüyor: “Benim attığım sloganın kimseye zararı olamaz. Takımımı teşvik edebilmek için çaba gösteriyorum. Neden kulübüme para cezası veriyorlar? Neden statlarımızı kapatıyorlar?”
Sporseverlerin haklı olduğunu söylemeliyim. Onlar statlara hoşça vakit geçirmek ve biraz da deşarj olabilmek için geliyorlar. Atılan sloganlar, futbolu çirkinleştiren futbolculara ve yanlış kararlar veren hakemlerdir. Oradaki insanları sindirme adına kaba kuvvet kullanmanın esbab-ı harbiyyesi olabilir mi?
Bu sindirme olaylarını önleyebilmek için, futbolun güzelleşmesini, hakemlerin daha iyi koşullarda çalışmalarını sağlayacak yasalar çıkarmalısın. (Benim haberim yok) demekle bu işin altından kalkamazsın.
Sindirmekten söz ettim ya… Milletin içinden geçenlere kulak vermek lazım. Bazen boş bulunup isyan edilir, nereye gittiği belli olmayan isyanlardır bunlar. Açıkça söylemek gerekirse öfkeler de sahipsiz bırakılmamalı. On sene geriye dönelim dilerseniz…
Yine millete “Tık” yok. Ne üniversiteler, ne sokaktaki vatandaş sadece bakışmak, selamlaşmak var, o kadar. Yani millet sinmiş durumda o dönemde polis içinde sanki daha söz sahibi polis grubu oluşmuş. Cumhuriyetimizin polis devleti olmasına fazla bir şey kalmamış, an meselesi.
Ulemalara, alnı sözde secde görmüş olanlara daha doğrusu cemaate dayalı iktidarın iki önemli hedefi vardı. Yargılayıcılar ve ordu… Hiç kimse çıkıp da “Benim Haberim Yok” diyemez.
O zaman işin ciddiyeti anlaşılsaydı, yüzlerce insanımızın ölmesine neden olan 15 Temmuz akşamı yaşanmayabilirdi.
İşin en garibi nedir biliyor musunuz? Profesyonelce ve ustaca yargı ve asker üzerine kurgulanmış cemaatçilik düzeninde, ekranlara çıkıp demokrasi adına gereksiz nutuklar atılıyor. Gidecek başka bir Türkiye yoktur. Birbirimizi anlamaya, saygılı olmaya mecburuz. Akıllı, basiretli, vatansever bir gençliğe de her zamandan daha fazla ihtiyaç vardır.
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Günün Nabzı
Cennetin Kapıları!
Cennetin kapıları kimlere açık dersiniz? İyi dincilere mi? Allah’a yakın olanlara mı? Çevresini kollaya, hayır yapanlara mı? Nohut, kömür dağıtanlara mı? Allah’ı, kitabı yere indirip, şirket kuracağız diye, zavallı insanları kandıranlara mı?
Tamam. Bunların hepsi de sorgusuz sualsiz cennete girecekler. Hepsi de iyi insanlar da ondan. Peki; insanları karanlıktan kurtaran Edison, buluşlarıyla insanların rahat yaşamalarını sağlayan Arşimet, Toriçelli gibi dahiler cennete girebilirler mi?
Olur mu öyle şey… Cennetin biletleri tarikat ağalarının elinde, himayesinde, onlara cennete kim sokar? Onlarda; onlar gibi yapsalardı, cennete girebilirlerdi. Kim dedi icatlarda bulunun diye!
Günün Sözü
Demokrasi Nutukları Moda Oldu
Öcal’dan İnciler
Devlet Dediğin Caydırıcı Olur!