Kış Kışlığını Yapıyor

0
63

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Geçtiğimiz hafta, günlerce gece gündüz durmadan yağan yağmur iyi güzeldi de gerçekten etraf göle döndü. Yağmurun kabahati değil tabi. Alt yapının çarpık çurpukluğu en büyük neden! En basiti bizim sokağın bir bölümü sular altında eğim farkı ve rögarlar yüksek olduğu için tabi! Yapacak bir şey yok başa gelen çekilir ve biz koyun kuzu çekiyoruz. Yurdun çoğu olumsuz hava şartlarından etkileniyor doğal olarak ancak mevsim kış ve kış nihayet, “ben Kışım kardeşim kollayın kendinizi” deyip silahlarını –kar, yağmur, soğuk, tipi- kuşanarak geldi dikildi karşımıza “bakmayın uzun zamandan beri öyle yumuşak başlı olduğuma istediğimde gerçek yüzümü gösterebilirim” der gibi. Keşke bizlerde artık gerçek yüzlerimizi eğmeden, bükmeden, kayırmadan, ayırmadan ortaya koyabilseydik!

Ancak, bizler çoktan beri -biz- değiliz bir başka bizler yaşıyor içimizde! Ama biz olmayanlar korkunç -benlikleri- ile yalnızca -ben- demeye devam ediyorlar.

Ve biz her zaman biz demeye devam edeceğiz birde gerçekten dilediğimiz gibi oy kullanabilseydik emin olabilseydik birbirimizden! Ama kendinden çok eminler var. Daha bir türlü adaylar açıklanmadı ya (şu an itibari ile)  gözlemlediğim kadarı ile bazı aday adaylar kesinlikle kendilerinden çok eminler sanki bir yerlerden söz almış ve bu sözler son dakikaya dek değiştirilemezmiş gibi ve  “ben” diyorlar ve umut ediyor. Bendeniz de hayran oluyorum bu eşsiz özgüvene!

Her seçimde bir şeyler öğreniyoruz korkunç hayal kırklıkları ile. Bakalım bu seçimler bize neler öğretecek? Gerçi şimdiden birçok ipe sapa gelmez şeyler öğrendik. Valla kendimi çok kötü algılıyorum; ya kocaman adamlar kelli felli nasıl böyle olabiliyorlar?

Neyse ya kış sürüyor dışarıda hava çok soğuk iliklere işliyor ama gerçekten sağlıklı, gerçekten insanı dinçleştiriyor, yaşam isteğini kamçılıyor. Yani en azından bendeniz böyle algılıyorum. Ve asla sokaktakileri unutmuyorum. Ve bugün sayfamı Nazım Hikmet şiirleri ile süslüyorum. Sağlık ve sevgiyle kalalım her zaman ayrımsız, gayrımsız sevgili okuyucularım. Yase

Nazım Hikmet

Nazım, 15 Ocak 1902’de Selanik’te Ayşe Celile Hanım ve Hikmet Bey’in oğlu olarak dünyaya geldi. Celile Hanım, Hasan Enver Paşa ve Alman kökenli Osmanlı generali Mehmet Ali Paşa, yani Ludwing Karl Friedrich Detroit’in kızı Leyla Hanım’ın kızıydı; çok iyi Fransızca konuşuyor, piyano çalıyor ve resim yapıyordu. Nazım da annesine çekecek, sanatsal yönü ağır basacaktı.

Babası Hikmet Bey, Çerkez Nazım Paşa’nın oğluydu; Matbuat Umum Müdürlüğü ve Hamburg Şehbenderliği yapmıştı. Nazım’a göre, babası Türk’tü. Annesi ise, Alman, Fransız, Gürcü, Polonyalı, Çerkez kökenli idi.

Hikmet Bey, Selanik’in son valisiydi. Nazım henüz çocukken memuriyetten ayrıldı ve ailecek Nazım’ın dedesinin yanına Halep’e yerleştiler. Burada onları yeni bir hayat bekliyordu. Hikmet Bey, yeni işler peşine düştü. Ancak buraya tutunamadılar ve yeni güzergah İstanbul’du. Buradaki iş kurma çalışmalarının da sonucu iflas olmuştu. Hiç hoşuna gitmese de memuriyete geri dönecekti. Fransızca bildiğinden kolayca Hariciye’ye atandı. Nazım da bu süreçte annesinden aldığı güzelliklerle besleniyor ve büyüyordu…

Eğitim hayatı

Nazım, artık okula gidecek yaşa gelmişti. Eğitim hayatına başladı. Ancak bir şey daha vardı hayatında başlayan.  Nazım, daha küçücük bir çocukken, 3 Temmuz 1913’te, “Feryad-ı Vatan” adını verdiği ilk şiirini yazdı. 1913’te aynı zamanda Mekteb-i Sultani’de ortaokula başladı.

Bir gün aile meclisi toplanmıştı; Bahriye Nazırı Cemal Paşa da oradaydı. Nazım, gururlu tavırlarıyla denizciler için yazdığı kahramanlık şiirini okudu. İşte o an, Nazım’ın Bahriye Mektebi’ne gitmesine karar verildi; Nazım, 25 Eylül 1915’te Heybeliada Bahriye Mektebi’ne kaydoldu. Pek çalışmazdı; ama zeki bir öğrenciydi. Ahlaki tavırları iyiydi, ancak çok sinirli bir yapısı vardı. Genel anlamda öğretmenleri tarafından sevilirdi.  1918’de ise, 26 kişiden sekizinci olarak mezun oldu.

Mezun olur olmaz dönemin okul gemisi Hamidiye’de güverte subayı stajyeri olarak atandı. Ancak aşırıya kaçan tavırları sebebiyle ordu ile ilişiği kesildi.

1920’de arkadaşı Vâlâ Nureddin ile Milli Mücadeleye katılmak için Anadolu’ya gitti. Bu durumdan ailesinin haberi yoktu. Nazım, önce bir süre Bolu’da öğretmenlik yaptı ve daha sonra Batum üzerinden Moskova’ya gitti. Burada Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde Siyasal Bilimler ve İktisat okuyarak yükseköğrenimini tamamladı.

Moskova’da ilk şiir kitabı

Nazım, Moskova’ya yükseköğrenimi için gelmişti; bir de aşkı Nüzhet vardı. Yıl 1921’di, devrimin ilk yılları yaşanıyordu. Nazım, komünizm ile resmen tanıştı. Bundan sonra hayatındaki her şey bu noktadan merkez alarak hayat çemberini çizecekti. 1924’te ilk şiir kitabı, “28 Kanunisani” yayımlandı. Aynı zamanda sahneye de aktarıldı. Artık Türkiye’ye dönme vakti gelmişti. Türkiye’ye döndü ve Aydınlık Dergisi’nde çalışmaya başladı.

Nazım’ın yazı dili

Nazım, ilk şiirlerini hece ölçüsünde yazmaya başlamıştı. Ancak burada da derli toplu görünen bir başına buyruktu. Çünkü içerik bakımından diğer Hececiler’den başka tarzda yazıyordu. Şiirleri çoğaldıkça hece ölçüsü ona yetmedi. Şiiri için kendine özgü bir tavır arayışına geçti. Sovyetler Birliği’ne gittiği ilk yıllarda, özellikle 1922 – 1925 yılları arasında bu arayışı zirve yaptı. Hem içerik hem de biçimi bakımından diğer şairlerden farklıydı. Artık serbest ölçü ile yazacaktı.

Günün Şiiri

Ben Senden Önce Ölmek İsterdim

Ben

senden önce ölmek isterim.

Gidenin arkasından gelen

gideni bulacak mı zannediyorsun?

Ben zannetmiyorum bunu.

İyisi mi,beni yaktırırsın,

odanda ocağın üstüne korsun

içinde bir kavanozun.

Kavanoz camdan olsun,

şeffaf, beyaz camdan olsun

ki içinde beni görebilesin

Fedakarlığımı anlıyorsun

vazgeçtim toprak olmaktan,

vazgeçtim çiçek olmaktan

senin yanında kalabilmek için.

Ve toz oluyorum

yaşıyorum yanında senin.

Sonra, sende ölünce

kavanozuma gelirsin.

Ve orada beraber yaşarız

külümün içinde külün

ta ki bir savruk gelin

yahut vefasız bir torun

bizi oradan atana kadar…

Ama biz

 

o zamana kadar

o kadar

karışacağız

ki birbirimize,

atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz

yan yana düşecek.

Toprağa beraber dalacağız.

Ve bir gün yabani bir çiçek

bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse

sapında muhakkak

iki çiçek açacak:

biri sen

biri de ben.

Ben

daha ölümü düşünmüyorum.

Ben daha bir çocuk doğuracağım

Hayat taşıyor içimden.

Kaynıyor kanım.

Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok,

ama sen de beraber.

Ama ölüm de korkutmuyor beni.

Yalnız pek sevimsiz buluyorum

bizim cenaze şeklini.

Ben ölünceye kadar da

Bu düzelir herhalde.

Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?

İçimden bir şey :

Belki diyor. Rüzgâr,

yıldızlar

ve su.

Bir Afrika rüyasının uykusu

düşmüş dalgalara.

 

Işıltılı, kara

bir yelken gibi ince

direğinde geminin.

Geçmekteyiz içinden

bir sayısız

bir uçsuz bucaksız yıldızlar âleminin.

Nazım HİKMET

Bir Gemici Türküsü

Yıldızlar

rüzgâr

ve su.

Başüstünde bir gemici korosu

su gibi, rüzgâr gibi, yıldızlar gibi bir türkü söylüyor,

yıldızlar gibi

rüzgâr gibi

su gibi bir türkü.

Bu türkü diyor ki, “Korkumuz yok!

İnmedi bir gün bile gözlerimize

bir kış akşamı gibi karanlığı korkunun.”

 

Bu türkü

diyor ki,

“Bir gülüşün ateşiyle yakmasını biliriz

ölümün önünde sigaramızı.”

Bu türkü

diyor ki,

“Çizmişiz rotamızı

dostların alkışlarıyla değil

gıcırtısıyla düşmanın

dişlerinin.”

Bu türkü diyor ki, “Dövüşmek..”

Bu türkü diyor ki, “Işıklı büyük

ışıklı geniş ve sınırsız bir limana

dümen suyumuzda sürüklemek denizi..”

Bu türkü diyor ki, “Yıldızlar

rüzgâr

ve su…”

 

Baş üstünde bir gemici korosu

bir türkü söylüyor;

yıldızlar gibi

rüzgâr gibi,

su gibi bir türkü..

Nazım HİKMET

Bir Dakika

Deniz durgun göl gibi, gitgide genişliyor

Sular kayalıklarda nurdan izler işliyor,

Engine sarkan gökler baştan başa yıldızlı..

Şimdi göğsümde kalbim çarpıyor hızlı hızlı.

 

Göklerden bir yıldızın gölgesi düşmüş suya

Dalmış suyun koynunda bir gecelik uykuya

Bazan uzunlaşıyor, bazan da kıvranıyor

Durgun suyun altında bir mum gibi yanıyor

 

Yakın olayım diye bu gökten gelen ize

 

Öyle eğilmişim ki kayalardan denize

Alnımdan düşen saçlar yorulmuş suya değdi

Baktım geniş ufuklar başımın üstündeydi

 

Bilemem nasıl oldu geldi ki öyle bir an

Yenilmez bir haz duyup denize atılmaktan

Kurtulmak ne kolaymış faniliğimden dedim

Doğruldum atılırken bir dakika titredim

 

Bir dakika sonsuzluk doldu taştı gönlümden

Bir dakika bir ömrü kurtarmıştı ölümden.

Nazım HİKMET

Günün Sözü
-Ay doğmuyorsa yüzüne Güneş vurmuyorsa pencerene kabahati ne Güneşte ne de Ay da ara! Gözlerindeki perdeyi arala!
-Gönül gönül verilerek alınır.
-Kitaplardan önce kendimizi okumaya çalışalım.
-Kusur arıyorsan tüm aynalar senin.