Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra Atatürk tarafından 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti, bütün Türklük âleminin ümidi ve sığınağı olmuştur. Yurtları sinsi düşmanlar tarafından işgal edilen, çocukları esir edilen büyük Türk Milleti, Atatürk’ün önderliğinde tekrar ayağa kalkmış ve tarih sahnesinde yerini almıştır. Ama milletimizin büyük bir bölümü, gerek Balkanlarda ve gerekse Asya’da yabancı milletlerin elinde esir olarak kalmıştır. İşte bu “Evladı Fatihan” dediğimiz, milletimizin yabancı ülkelerde kalan kısmı büyük acılar ve sıkıntılar içersindedir. Vatandaşı oldukları devletlerin yöneticileri onlara göz açtırmamakta ve har fırsatta onları ezmek ve yok etmek istemektedir.
1980’li yıllarda Bulgaristan Türklerine yapılan zulmü, işkenceyi hatırlayınız. İsimleri değiştirilen, ibadet yapmaları yasaklanan, çocuklarını sünnet ettirmek, cenazelerini dini usullerle defnetmek gibi daha nice en temel insan haklarından mahrum edilmişlerdi. Türkler, adları Ahmet, Mehmet olan çocuklarını artık Angel, Dimitri diye çağıracaklardı. Daha sonra bu rezaletin mimarı Bulgaristan başbakanı Jivkov, Sovyetler Birliğinde Glasnost (açıklık) ve Perestroyka (yeniden yapılanma) politikalarının uygulanmaya başlanması sonucu devrilmiş ve yerine başka idareciler gelmiştir. Böylece Bulgaristan Türkleri de biraz olsun nefes alabilmişlerdir. Balkanlarda sadece Bulgaristan Türkleri değil, Yunanistan’da, Makedonya’da, eski Yugoslavya’da yaşayan Türkler de ezilmişlerdir.
Asya kıtasında yaşayan soydaşlarımızın durumu ise Balkanlardan geri değildir. Onların da imdadına Sovyetlerin dağılması yetişti. Böylelikle zulümden, işkenceden kurtuldular. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Azerbaycan devletleri kuruldu. Bu devletlerin hepsi de Türkçe konuşan, Türk kültürüne sahip, Türk devletleri idiler. Ancak Rusların onları 70 sene boyunduruk altına alması, dillerini, kültürlerini etkilemiştir. Onlara, Türkiye Cumhuriyeti görevlilerinin yol göstermesi, eğitmesi gerekirdi. Ama ne acıdır ki Türkiye Cumhuriyetinde soydaş devletlere yol gösterebilecek çapta kadrolar yetiştirilmemişti.
Atatürk’ten sonraki yıllarda her kim dış Türklerden bahsetse hemen ırkçı-kafatasçı damgasını yiyordu. Türkiye dışında yaşayan Türklerden bahsetmek ve onlarla ilgili bir çalışma yapmak çok zordu. Neticede Türkiye Cumhuriyeti, kardeşlerine el uzattı, onlara maddi, manevi her türlü yardımı yaptı ama Türk Birliğine inanmış kadroları yetiştirmediği için yapılan yardımlar, gösterilen ilgiler hep yarım kaldı. Türk devletleri ile bağımsızlıklarının üzerinden 23 yıl geçmesine rağmen, hala kuvvetli bir birlik kuramayışımız bu durumun en açık bir göstergesidir.
Büyük Atatürk dış Türklerle ilgili olarak aynen şunları söylemiştir: “…Bugün Sovyet Rusya dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir… Devlet olarak bu dostluğa ihtiyacımız var. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir! Bugün, elinde tuttuğu milletler, avuçlarından sıyrılabilir. Dünya, yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye, ne yapacağını bilmelidir! Bizim bu dostumuzun yönetiminde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onları arkalamaya hazır olmalıyız! Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir; Hazırlanmak lazımdır… Milletler buna nasıl hazırlanırlar? Manevi köprüleri sağlam tutarak! Dil, bir köprüdür; inanç, bir köprüdür; tarih, bir köprüdür! Bugün biz, bu toplumlardan dil bakımından, gelenek, görenek, tarih bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz. Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onların ki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz; Bizim onlara yaklaşmamız gerekli! Tarih bağı kurmamız gerekli… Tarih bağı kurmamız lazım. Folklor bağı kurmamız lazım. Dil bağı kurmamız lazım. Bunları kim yapacak? Elbette biz!…”
Büyük Atatürk’ün ölümünün üzerinden 52 sene geçtikten sonra,1990 yılında bu düşünceler gerçekleşti. Beş Türk Cumhuriyeti tarih sahnesine çıktı. Onları ilk tanıyan ülke Türkiye oldu. Karşılıklı gelip gitmeler, ticari alışverişler başladı. Güzel gelişmeler oldu ama hepsi en alt düzeyde kaldı. Yani ilişkilerimizi geliştiremedik. Hele son zamanlarda sanki sıradan ülkeler gibi olduk. Çünkü Büyük Atatürk’ün bahsettiği çalışmalarımızı yapmamış, kadrolarımızı kurmayı ihmal etmiştik. 52 sene boyunca dış Türklerden kim bahsederse ona hemen kafatasçı, ırkçı damgasını vuranlar işte bu kadrolaşmayı engelleyip Türk Milletine en büyük kötülüğü yapanlardır. Bir Kültür Bakanı hatırlıyorum, Türk dünyası ile ilgili aynen şunları söylemişti: “Ben Almanya dışında dış Türkler diye bir şey tanımıyorum…” Kültür Bakanı böyle konuşan bir ülkenin “Dış Türkler” diye bir meselesi olabilir mi?
Bu konuda hiçbir ülkenin, hiçbir milletin sahip olamayacağı kadar güzel imkânlara sahibiz. Çin Seddi’nden Bosna Hersek’e kadar geniş bir arazi üzerinde, yoğun bir şekilde yaşayan insanlarla kardeş olduğumuzu unutmayalım. Hiç olmazsa bundan sonra kadromuzu kuralım ve Kırgızistan devlet başkanı Atambayev’in dediği gibi bir “Türk Birliği” kuralım.