Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Gecenin sabaha varan bir saatinde bilgisayar başında çalışırken yeni kitabım için ani bir kararla belgelerimde dolaşmaya başladım. Ve 2008 yılında tamda bu günde yazmış olduğum yazıya rastladım, hayret ettim, nasılda bu güne benziyor diye yaşadıklarımız. Ve bir nostalji yazısı olarak sayfama koymaya karar verdim.
& & & & &
Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? Daha sabah olmadı gecenin bir yarısı bilgisayar başındayım. Canım sıkkın, uyumak gelmiyor içimden, oysa yorgunluktan ölmek mümkün olsaydı şimdi ne güzel ölmüş olurdum. Ve ne yürek ağrısı ne de beden ağrısı duymazdım. Aslında gerçekten böyle mi olurdu? Evet olabilir, uyku da bir ölüm hali değil mi, aslında iyi bir uykuda da, beden, yürek ağrısı algılamaz insan değil mi? Ama bir sancı gelse öyle parçalayan ya da bir baş ağrısı ya da keskin bir öksürük, nasılda uyandırır kişiyi değil mi? Demek uykuda yeterli bir ölüm hali değilmiş. Üstelik birde rüya görme faslı vardır bir gecede bir sürü rüya. O zaman “uyuyayım da rahatlayım” demekte boşuna iyisi mi, uyanık kalabildiğin kadar uyanık kal. Kime ne yararı olacaksa?
& & & & &
Kaç gündür korkunç bir koşturma içindeyim misafirlerim var ve ben paralanıyorum onlar için. Gece olunca yorgunluktan öleceğim sanıyorum. Ama beni yoran koşturma değil gün boyu değişen bin bir ruh hali. Bir yerdesiniz neşeniz yüzünüzden okunur, bir yerdesiniz hüngür hüngürsünüz, bir yerde kendinizden ödün verirsiniz düzeniz alt üst olmuştur hiç yüksünmezsiniz, bir haber alırsınız sevinirsiniz bir haberle bakarsınız içiniz ezilir ve yine düşünürsünüz insanlık neden kendine bir sürü bahane bularak kardeş, kardeş yaşamayı beceremez?
G.Afrika’da beyazlar, bir grup zenciyi idrarlı çorba içmeye mecbur ediyor, görüntüler tv’lerde gel de gönlünce soluk al bu kadar ırkçı bir zihniyet, bu güzel dünyada yaşarken, nasıl olabilir bu güzel dünyada yaşıyor olabilir? İçiniz sıkılıyor, kalbiniz durdu duracak. Bir diğer haber; beş şehit, ateş düşen evler. Ve nefesiniz biraz daha daralıyor, neden sonra bir şey minnacık bir şey, operasyondan dönen bir grup Mehmetçiğe çocuklar yiyeceklerini veriyor, almaları paylaşmaları için ısrar ediyor. Nefesiniz bu kez heyecandan sıkışıyor.
Ve zavallı bir yürek minnacık bir yumruk büyüklüğünde, ezilip büzülüp, ezilip büzülüp “imdat” diliyor. Ve uyku nerdesin? Küçükken Berke’yi “uuykuu neredesin, gelll, Berke’nin gözüne gir, mışıl, mışıl uyusun, uyusun da büyüsün, tıpış, tıpış yürüsün” diye uyuturdum, herkes çocuğa “okudun mu” derdi, kucağımda uyuyakalınca. Ve şimdi kendimi uyutamıyorum bunca yorgunluk ve koşturmacadan sonra “uyku gel gözüme gir” demiyorum. Oysa gözlerimden yüzümden, ellerlimden, parmaklarımdan akıyor. Ama benim canım sıkkın işte sürekli onu kovup duruyorum, yatmak istemiyorum, ağlamakta, konuşmakta hatta yazı yazmakta. Bir şey olsa, bir aylık bir uykuya yatsam, hani ağır bir hastalık sonrasında, filmler de oluyor ya, insanlar uykuya yatıyor sonra yeniden uyanıyorlar işte öyle bir şey yatıp yok olsam dünyadan ve sorunlarından ve koşturmacasından ve hep gülümsemesinden, sonra uyansam ve hayat günlük gülistanlık olsa. Oh ya düş kurmakta istemiyorum. Ve akşam, akşam canınızı sıkmakta.
Misafirim İngilizce “yarın pikniğe gidelim mi” dedi kendisi İngiliz ne demem gerekir siz söyleyin. “Tabi olur gideriz nerde istersen piknik yaparız” ya da “çok üzgünüm yarın uyumak istiyorum mu?” dersiniz. İçinizden geçen buysa… Valla içimden gelen bu ama sabah kalkıp istediğini yapacağım. Yüz yıldan sonra gelmiş onu mu kıracağım. Pikniklerden asla hoşlanmasam da…
Ve hayat böyle geçer aslında yapmak istediklerimiz ve istemediklerimiz arasında, acaba çok mu ciddiye alıyorum bu çokta inanmadığım yaşamı? Yine sorgulama faslına girmeden bir film bulayım şöyle korkutucu bir polisiye belki o iyi gelir, sahi neden bu günlerde polisiye filmlere, kitaplara merak sardım? Felsefeden bıktım aşktan usandım, ondan mı acaba?
Dilerim sizde benim gibi arada bir “geldiler”e kapılmazsınız. Rahat, mutlu, uykuya yatarsınız sizin için dua edeceğim bu gece. Belki bende uyurum ve bir şarkıyla uyanırım, olmaz mı? Hiç aklımda olmayan… Belki piknik yapmak isterim yüreğim ağrımadan? Ve bu gece kardeşimi özledim.
Ve şimdilik hoşça kalalım sevgili okuyucularım sağlıkla ve sevgiyle ve hep pozitif düşüncelerle… Yase
& & & & &
Altın Renkli Boş Kutu
Bir süre önce bir arkadaşım, üç yaşındaki kızını, bir rulo altın renkli kaplama kâğıdını ziyan ettiği için cezalandırmıştı. Durumları iyi değildi ve kızının, kâğıtları ağacın altına koyacağı bir kutuyu süslemeye harcaması onu çok sinirlendirmişti. Buna rağmen küçük kız, ertesi sabah hediyeyi babasına getirdi ve “Bu senin için babacığım” dedi. Arkadaşım, gösterdiği tepki için kendini suçlu hissetti ama kutunun boş olduğunu görünce için için sinirlenmekten de kendini alamadı.
Kızına bağırdı; “Birine bir hediye verdiğin zaman içinin dolu olması gerektiğini bilmiyor musun?” Küçük kız babasına yaşlı gözlerle baktı ve şöyle dedi; “Ama babacığım, kutu boş değil ki. Ben kutunun içine öpücüklerimi üflemiştim. Hepsi senin için babacığım”
Babanın içi paramparça olmuştu; kızını kucakladı ve onu affetmesi için yalvardı. Arkadaşım, bu altın renkli kutuyu yatağının başucunda yıllarca sakladığını anlattı bana. Ne zaman cesaretini kaybetse, kutunun içinden hayali bir öpücük çıkarıyor ve onu oraya koyan çocuğunun sevgisini hatırlıyordu. Gerçek anlamda bakmak gerekirse, hepimiz, arkadaşlarımız ve ailelerimiz tarafından bize sunulan, karşılıksız sevgi ve öpücüklerle dolu altın renkli kutulara sahibiz. Dünyada sahip olabileceğimiz daha değerli bir şey olamaz. Hayata iyi bakın…
& & & & &
Ustalık
Usta’ya başarısının sırrını sormuşlar; “Doğru kararlar” demiş. Hepimizden farklı olarak, sürekli doğru kararları nasıl alabildiğini sormuşlar. “Tecrübe” demiş. İyi de kardeşim bu tecrübe denen şeyin sırrı neymiş? Usta, deriiin bir iç geçirmiş ve şöyle demiş: “Yanlış kararlar!”
Günün Şiiri
Örümcek Ağı
Duvara, bir titiz örümcek gibi,
İnce dertlerimle işledim bir ağ.
Ruhum gün boyunca sönecek gibi,
Şimdiden ediyor hayata veda.
Kalbim, yırtılıyor her nefesinde,
Kulağım, ruhumun kanat sesinde;
Eserim duvarın bir köşesinde;
Çıkamaz göğsümden başka bir seda…
Necip Fazıl Kısakürek
Canım İstanbul
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım…
İstanbul, İstanbul…
Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik…
Bulutta şaha kalkmış Fatih’ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat…
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet…
O manayı bul da bul!
İlle İstanbul’da bul!
İstanbul, İstanbul…
Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca’da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar…
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir ” Katibim”i…
Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul, İstanbul…
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler…
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar…
Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul, İstanbul…
Necip Fazıl KISAKÜREK
Günün Sözü
Şanssızlığa katlanabiliriz, çünkü dışarıdan gelir ve tümüyle rastlantısaldır. Oysa yaşamda bizi asıl yaralayan, yaptığımız hatalara hayıflanmaktır.
Oscar Wilde
İyi ağaç kolay yetişmez; rüzgar ne denli güçlü eserse, ağaç da o denli sağlam olur.
J.Willard Marriot