Samsun, Çorum, Zonguldak’ta görev yaptığım yıllarda, 1 Temmuzda başlayan “yaz tatiline” girince “bayram sevinciyle” geldiğim İskenderun’da; birinci günü, dil sofrasında düşünce açlığımı gidermeye çalıştığım babam Münir’le sohbet ederek geçirirdim.. Hemen ertesi günü ise babamın yakın arkadaşları Sakıtlı Bostan amcayla Süleyman amcayı ziyaret ederdim..
Bostan amcayı her ziyaret edişimde “Atatürk ve Cumhuriyet” konulu tarih dersimi alır, Süleyman amcada ise dersin coğrafi coşkusunu duyardım.. Her ikisi de hiç abartısız yaşayan birer Yurttaşlık Bilgisi ders kitabıydı..
Süleyman amca, sanki o günlerdeymiş gibi heyecanı hiç kaybolmamış bir ses tonuyla “genç, yaşlı, kadın, kız, kızan hep birlikte gitmiştik karşılamaya askerlerimizi” diye başlardı hatıralarını anlatmaya.. Başından hiç çıkartmadığı kasketini hafifçe yukarı kaldırıp alnı gibi ak bir mendille terini silerken, 5 Temmuz şafağı gibi aydınlık bakışlı gözlerinin içi gülerdi.. Her yıl yaz tatilinde öperken Süleyman amcanın ellerini, duyardım 5 Temmuz 1938 günlü askerlerimize alkış seslerini..
30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros ateşkes antlaşmasının mürekkebi henüz kurumadan işgal edilmişti Fransızlar tarafından İskenderun.. Güney Anadolu’nun işgal edilen diğer yerlerinde olduğu gibi Belen’de, İskenderun’da, Dörtyol’da da bir milli direnişle karşı çıkılmıştı elbette işgalcilere.. “Sütçü İmamlar” Maraş Kalesinde indirtmemişti bayrağımızı yere.. “Şahin Beyler” Antep Köprüsünde çiğnetmemişti vatan topraklarımızı düşmanlara..
Ya, Karakiseli Kara Hasan? İşgalcilere karşı yaptığımız Milli Kurtuluş Mücadelemizin “ilk kurşununu” bu yiğit, bu gözü kara, bu yurtsever Türk atmamış mıydı? Kurtuluş Savaşımızın silahlı mücadelesinde ilk kurşunu atan olarak tarihe kaydedilen milli direnişimizin sembolü Kara Hasan, yalnız değildi elbette meşru vatan savunmasında..
Hatay’daki bu milli direnişle birlikte devam eden çatışmalar, 1921 yılında Fransızlarla imzalanan Ankara Antlaşması’na kadar sürdü..
“Geldikleri gibi giderler” sözünü kuvveden fiile geçiren “Altın Saçlı Komutan” biliyordu kuşkusuz bu antlaşmanın geçici olduğunu.. Hatay’ın Türk özelliğini kabul ve muhafaza etmesi şartıyla imzalanmıştı zaten Ankara Antlaşması Fransızlarla.. Önce Ankara Polatlı’ya kadar gelen işgalciler kovulmalıydı.. Öyle de oldu nihayet.. Söküldü emperyalistlerin ayakları, döküldü piyonları Akdeniz’e.. Anadolu kurtarıldı işgalden.. Ah fakat sömürgeci ellerde yasta kaldı Hatay..
Hatay’ın esareti yalnız Hatay’da değil Anavatanda da büyük bir ıstırabın adıydı.. Istırapla birlikte kurtuluşa olan umut ve direniş de artarak sürüyordu..
Ne demişti Mustafa Kemal 1923’te Adana’da kendisini siyah bayraklarla karşılayan Hataylılara? “Kırk asırlık Türk yurdu yabancı elinde esir bırakılamaz..”
“Artık Hatay’da herkesin kendisine ve yakınlarına sorduğu soru şu idi; ‘Ne zaman gelecekler?’ Türkiye’de şapkanın kabul edilmesinden sonra bu soruyu soran bir ihtiyara: ‘Amca, Türkler buraya gelirse sana şapka giydirecekler’ dendiği vakit o, şu cevabı vermişti: ‘Oğul, oğul onlar buraya gelsin de ben başıma işkembe bile geçiririm. İnsan cennete bile milletiyle gider. Ben dünyada esir olanın ahrette cennete gideceğine inanmam..” (Enver Ziya Karal, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, s, 215, ME Basımevi, İstanbul 1971)
“Hatay benim milli davamdır” diyen Atatürk, 1 Kasım 1936 tarihinde, Mecliste şöyle diyordu. “Bu sırada milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük mesele, gerçek sahibi Türk olan İskenderun, Antakya ve havalisinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyet ve katiyetle durmaya mecburuz..” (Aynı Kitap, s, 217)
“Ne zaman gelecekler” diye gözleri yollarda kalan, gözü kara Hasanların diyarı Hatay’a, nihayet 5 Temmuz 1938’de alkışlarla girdi Türk Kuvvetleri.. O birlikleri karşılayanlar arasındaydı rahmetli Bostan amcalar, Süleyman amcalar.. Şimdi toprak oldu alkış seslerini duyduğum eller.. Öpüyorum toprağını yüreğimde alkışlarla her yıl 5 Temmuzlarda.. Alkışlıyoruz birlikte askerlerimizi.. Bu duygularla kutluyorum bayramınızı..
Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com