Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? 25 Nisan Çanakkale kara savaşlarının 99. yılını kutladık dün. Gelibolu yarımadasındaki Anzak koyunda “Anzak gölü” adı verilen yerde her yıl yurdun dört bir köşesinden gelen 57inci alayı temsil eden öğrencilerin ve sanatçıların katılımı ile yapılan yas tutma törenini izlerken gözyaşlarına boğulmak elde değildi doğrusu. Her şafak zamanı Avustralyalılar, Yeni Zelandalılar ve Türklerin, son şafağı olan 25 Nisan 1915’te yaşananlar için yas tutuluyor. Çocukluktan henüz çıkmış gençleri, anaları bacıları saçlarına kınalar yakarak savaşa gönderiyor. 57.alay da şafak vakti sabah kahvaltısı için kırk buğday çorbası veriliyor. Ve günün ilk ışıkları ile açılan ateşe karşılık vermek için yola çıkıyorlar. Çanakkale savaşları 1. dünya savaşı sırasında 1915 – 1916 Osmanlı imparatorluğu ile itilaf devletleri arasında yapılan kara ve deniz savaşlardır.
İtilaf Devletleri; Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti konumundaki İstanbul’u alarak İstanbul ve Çanakkale boğazlarının kontrolünü ele geçirmek, Rusya’yla güvenli bir erzak tedarik ve askeri ikmal yolu açmak, başkent İstanbul′u zapt etmek ve Almanya′nın müttefiklerinden birini savaş dışı bırakarak İttifak Devletlerini zayıflatmak amacı ile ilk hedef olarak Çanakkale Boğazı’nı seçmişlerdir. Ancak saldırıları başarısız olmuş ve geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Kara ve deniz savaşı sonucunda iki taraf da çok ağır kayıplar vermiştir.
Osmanlı İmparatorluğu, Almanya ile bir ittifak antlaşması imzalamıştır. Bu antlaşma, imparatorluğun eninde sonunda Almanya’nın ana gücünü oluşturduğu İttifak Devletleri safında fiilen savaşa gireceği anlamına gelmektedir. Enver Paşa, fiilen savaşa girmeyi, seferberliğin tamamlanmamış olması ve Çanakkale Boğazı savunmasının tamamlanmaması gibi gerekçelerle ertelemeye çalışmıştır. Ancak Almanya, bir an önce savaşa fiilen girilmesi için baskılarını sürdürmüştür. Bu baskılar, Akdeniz’de İngiliz donanması önünden çekilen Goeben ve Breslau savaş gemilerinin İstanbul’a gelmesiyle bir oldu bittiye getirilmişti. Daha sonra Osmanlı Donanması’na bağlı bir grup gemiyle Karadeniz’e açılan bu gemiler 27 Ekim 1914 tarihinde Rus limanlarını bombalayınca Rusya, Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etmiştir.
Birleşik Krallık ve Fransa gemilerinden oluşan bir donanmanın Boğaz’a geniş çaplı ilk saldırıları 1915 Şubat ayında başlatıldı. En güçlü saldırı ise 18 Mart 1915 günü uygulamaya konuldu. Ancak Birleşik Donanma ağır kayıplara uğradı ve deniz harekatından vazgeçmek zorunda kalındı.
Deniz harekatıyla İstanbul’a ulaşılamayacağı anlaşılınca bir kara harekatıyla Çanakkale Boğazı’ndaki Osmanlı sahil topçu bataryalarını ele geçirmek planı gündeme getirilmiştir. Bu plan çerçevesinde hazırlanan İngiliz ve Fransız kuvvetleri 25 Nisan 1915 şafağında Gelibolu Yarımadası’nın güneyinde beş noktada karaya çıkarılmıştır. İngiliz ve Fransız çıkarma kuvvetleri her ne kadar Seddülbahir ve Arıburnu sahillerinde köprübaşları oluşturmayı başardılarsa da Osmanlı kuvvetlerinin inatçı savunmaları ve zaman, zaman giriştikleri karşı taarruzlar sonucunda Gelibolu Yarımadası’nı işgalde başarılı olamadılar. Bunun üzerine sahildeki kuvvetler takviye edilmek için Arıburnu’nun kuzeyinde Suvla Koyu’na 6 Ağustos 1915 tarihinde yeni kuvvetlerle bir üçüncü çıkarma yapılmıştır. Ancak 9 Ağustos’ta Kurmay Albay Mustafa Kemal’in Birinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen karşı taarruzunda İngiliz Komutanlığı ihtiyat tümenini ateş hattına sürerek sahilde tutunmayı başarabilmiştir. Mustafa Kemal ertesi gün Koca çimentepe – Conk Bayırı hattında yeni bir karşı taarruz gerçekleştirmişti, bu hattaki Anzak birliklerini de geri atmıştır. İngiliz ve Anzak kuvvetlerinin İkinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen genel taarruzları ise Osmanlı savunmasını aşamamıştır. Tüm bu gelişmelerin sonrasında İngiliz, Anzak ve Fransız kuvvetleri Gelibolu Yarımadasını 1915 yılı Aralık ayı içinde tahliye etmiştir.
Ve her yıl Çanakkale Kara Savaşları’nın 99. yılı dolayısıyla düzenlenen anma törenleri kapsamında Gelibolu Yarımadası’ndaki Anzak Koyu’nda, “Şafak Ayini” yapılır… Binlerce Avustralyalı ve Yeni Zelandalı, gece Çanakkale’den Gelibolu’ya giderek, törenlere katılır. Bu yılda aynı şey yaşandı “anzak gölünde.” Çeşitli etkinlikler yapıldı.
Çanakkale savaşları Bağımsızlık için atılan ilk adımlar olduğu için çok önemlidir. Türk halkı Mustafa Kemal’i 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığı zaman tanımış inanmış ve ona kenetlenmişti. Mustafa Kemal’de bu azimli inançlı halkla zafer kazanacağının bilincinde idi. Bu karşılıklı güven inanç onları başarı yolunda muzaffer kılmıştı. Bu savaşlardaki başarısından dolayı albaylık rütbesi almış ve bir dahi çıkmıştı bu savaşlardan Albay Mustafa Kemal Paşa. Ve bu zaferlerin sonuçları dünyanın kaderini değiştirmiştir. Şöyle ki Çanakkale Savaşlarının 4 yıl sürmesi, üç imparatorluğun (Osmanlı, Çarlık ve Avusturya/Macaristan İmparatorlukları) tarihten silinmesine neden olmuştur. Ve Gelibolu Yarımadası’nda düşmana kesin darbeler vurarak onları yenilgiye uğratan Albay Mustafa Kemal’in Anafartalar tepesinde yaktığı zafer meşalesi, Kurtuluş savaşımızın da yolunu aydınlatmıştır. Kurtuluş yolunun aydınlanması ile bu günkü yerimizdeyiz şimdi. Bunun ayrımında olaraktan Minnetimiz ölçülemeyecek kadar büyük ve şükranlarımız yeri göğü dolduracak kadar çok ama yine yetersiz. Mekanınız cennet olsun kınalı kuzularımız rahmetle yatın ulusal bağımsızlığımızın ilk şehitleri.
Ve şimdilik sağlık, sevgi, birlik ve beraberlikle kalmak üzere hoşça kalalım… Yase
Bayrak (Çanakkale Zaferi, Savaşı İle İlgili Hikayeler, Öyküler)
Mustafa Kemal’in Ruşen Eşref’e anlattığı meşhur bir Çanakkale hâtırası vardır. Düşmanın mevki kazandığını fark eden Mustafa Kemal Bey, emrindeki askere hitaben, “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar kaim olabilir.” emrini verir.
Emri harfiyen yerine getiren 57. Alay, Mustafa Kemal’in has tabiriyle “kâmilen şehit” olur. 57. Alay’ın sancağı Avustralya’nın Melbourne şehrindeki müzede sergilenmekteymiş bugün; altındaki levhada ise şu bilgi yer almaktaymış.
“Bu alay sancağı Gelibolu savaş alanından getirilmiştir ama tutsak edilememiştir, çünkü Türk ordusunun milli geleneklerine göre bir alayın sancağı, alayın sonuncu eri ölmeden teslim edilemez. Bu sancak, sonuncu muhafızının da altında ölü olarak yattığı bir ağacın dalına asılı olarak bulunmuştur. Kahramanlık timsali olarak karşınızda duran bu Türk Alay Sancağı’nı selamlamadan geçmeyiniz.”
Çanakkale Savaşlarında olağan üstü hikayeler yaşanmıştır. Bir kaç örnekle o günlere dönelim.
İnsanlık Dersi
Çanakkale Savaşlarında savaşıp, bir kolu ile bir ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges, yurduna döndükten sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor: “Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz. Hiç unutmam. Savaş sahasında dövüş bitmişti. Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk, az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zayiat vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım. Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeride kendi gömleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtası ile şöyle bir konuşma yaptık: “Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun?” Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi: “Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı. Bir şeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok. İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün”. Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı. O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşlarımı dondurduğunu hissettim. Çünkü, Türk askerinin göğsünde bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutam ot tıkamıştı. Az sonra ikisi de öldüler…
Kınalı Hasan
Yüzbaşı Sırrı Bey, ikindi vakti yeni gelen eratı teftiş ederken, içlerinde bir tanesinin saçının bir tarafı kınalanmış olduğunu görür ve takılır: “Hiç erkek kınalanır mı?” Mehmetçik: “Buraya gelmeden evvel, anam kınalamıştı komutanım” der ve sebebini bilmediğini ilave eder. Komutanın isteği üzerine anasına haber salar, “Niye benim saçımı kınaladın?” Gelen cevap mektubunda şunlar yazar: “Ey gözümün nuru Hasan’ım, Köyümüzde rahat rahat oturalım mı? Vatan sevgisi içimizde alev alev yanıyor. Sen ecdadından, babandan aşağı kalamazsın… Ben, senin anan isem. Beni ve seni Allah yarattı, vatan büyüttü. Allah, bu vatan için seni besledi. Bu vatanın ekmeği iliklerinde duruyor… Sen bu ailenin seçilmiş kurbanısın… Hasan’ım, söyle zabit efendiye… Bizim köyde kurbanlık ayrılan koyunlar kınalanır… Ben de seni evlatlarımın arasından vatana kurban adadım. Onun için saçını kınalamıştım… El-hükmü billah. Allah, seni İsmail Peygamber’in yolundan ayırmasın. Seni melekler şimdiden rahmetle anacaktır. Gözlerinden öperim… Anan – Hatice”
Benim Gözlerim Göreceğini Gördü
O gün Boğaz tabyaları arasında en çok iş gören ve en çok hasara uğrayan Rumeli Mecidiyesi Bataryası oldu. Sabahtan beri muharebenin en şiddetli anlarında dahi iki sahil arasında gidip gelmekten çekinmemiş olan Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa, tabyanın feci durumunu haber aldığı zaman yine motora atlayıp Çimenlik İskelesi’nden karşı sahile hareket etti. Cephaneliği berhava olan tabyanın durumu hazindi. İstihkam yıkıntıları arasında dolaşmakta olduğu sırada bir ağacın altına uzanmış olan bir askerin hali dikkatini çekti ve yanına gidip “Ne var evlat?” diye sordu. Nefer hemen yerinden fırlayıp esas duruş vaziyeti aldı. Çünkü sesi tanımıştı. Ama gözleri başka tarafa bakıyordu. “Gözlerine bir şey mi oldu oğlum?” O zaman nefer tok sesiyle “Üzülmeyin efendim” diye cevap verdi. “Benim gözlerim göreceğini gördü” (Evet düşman gemilerine tam isabet kaydedilmiş ve “Ocean” destroyeri hareket edemez hale getirilmişti.) Cevat Paşa sessiz sessiz ağlıyordu.
Seyit Onbaşı
Onbaşı Seyit 18 Mart muharebeleri sırasında Rumeli mecidiye bataryasında görevliydi. Burada bulunan Alman topları oldukça güçlüydü ve boğazı savunmak için çok gerekliydiler. Seyit Onbaşı 3 nolu topun başındaydı ve savaş sırasında batarya isabet aldı. Mermileri kaldıran mekanizma hasar görmüş ve diğer arkadaşları yaralanmıştı. Seyit onbaşı etraftakilerin şaşkın bakışları arasında topu sırtladı (275kg). Ve topu namluya sürdü artık sadece topu ateşlemek gerekiyordu. Seyit Onbaşının Ocean zırhlısını vurduğu söylenir. Bu savaşın kaderini değiştiren atıştır. Çünkü ünlü Fransız zırhlısı Bouvet Ocean vurulduğunu görünce manevra yapmak isterken Nusrad mayın gemisinin mayınlarına çarpar ve arkasından başka bir İngiliz irreziztable da mayına çarpar. Boğazdaki 3 önemli gemisinin hasar aldığını duyan İngiliz Fransız amiraller boğazdan çekilirler.
Kaynak: http://www.eokul-meb.com/canakkale-savasi-kahramanlik-oykuleri-31691/