Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? 19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik Bayramı bütün yurtta kutlandı. Bizler de İskenderun’da kutladık, bütün gün ellerimizde bayraklarımız, dilimizde 10. Yıl Marşı, yüreğimizde vatan aşkı küçük büyük herkesin bayramını kutladık.
Çünkü 19 Mayıs, Atatürk’ün “bugün benim doğum günümdür” dediği gün. Aynı zamanda bir milletin yeniden var olmak için milli Mücadeleye başladığı ilk gün. Ve biz bu günün önemini her zamankinden çok daha fazla önemsiyoruz; kolay değil topraklarımız dört bir taraftan düşman çizmeleri altında inim inim inliyordu. Kahraman milletimiz ve başlarında olan Mustafa Kemal Atatürk bu gidişe “yeter artık” diyerek varoluş mücadelesine başlamış. Zorlu ve binlerce şehit verilmiş olmasına rağmen, bu mücadele tarihte az bulunan bir zaferle sonuçlanmış. Bu millet, canı, kanı bir yandan da yokluk ve yoksullukla ama imanı ve vatan aşkı ile bu bağımsızlık mücadelesini kazanmıştır.
Milli Mücadele’nin başlangıcı olan bu kutlu büyük gün ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından Türk Gençliğine armağan edilmiştir. Düşünen her insan bunun ne kadar önemli olduğunun ayrımındadır diye düşünüyorum sevgili okuyucularım. Bizler Atatürk gençliği olarak her dem bu aşkla genç kalacağız. Ve bu kurtuluş, varoluş mücadelesinin başladığı gündeki gibi var oluşumuzu baki kılmak için Atatürk ilke ve inkılaplarından ödün vermeden yurtta ve cihanda sulh anlayışı ile yaşamaya devam edeceğiz.
Ve sevgili okuyucularım her dem bu aşkla sağlık ve sevgiyle kalalım, ayrımsız gayrımız her zaman. Yase
& & & & &
Seyit Onbaşının hikayesini okumaya ne dersiniz. O günlerin ruhunu yeniden yaşayalım…
Seyit Onbaşı
Köyünde onu herkes öldü bilmektedir. Çanakkale’den Havran’daki köyüne kadar 145 kilometreyi 13 günde yayan yürüyerek gelir. Geldiğinde evine giremez. Çünkü 9 yılda belki karısı, yeniden evlenmiş olabilir. Akşamdan geldiği evini sabaha kadar göz hapsine alır. Sabah koyunları çıkarmak için gelen bir akrabası ile karşılaşır. “-Sen kimsin?”
“-Ben Seyidim.”
“-Biz seni öldü biliyoruz.”
“-İşte sağ döndüm. Benim hanım evli mi?”
“-Hayır evli değil. Bir çocuğun var içeride, çocuğu korkutursun. Bağırarak git, haberi olsun.”
Kapıdan eşinin ismini seslenir. 8 yaşında bir kız çocuğu kapıya gelir. “Anne” der, “kapıda sakallı biri var korktum.” Annesi gelir kapıya bakar ki, adamı. “Korkma kızım o senin baban.”
Ve 9 yıl sonra kızıyla böyle tanışır. O kız, sonradan nine olduğunda torunlarına, “Baba deyip de bir müddet kucağına oturamazdım” der.
Koca Seyit namı, Seyit Ali Çabuk tam adı. Çanakkale’de 276 kiloluk top mermisini tek başına sırtlayıp İngiliz zırhlısını vuran kahraman. 1889’da Balıkesir’in Havran ilçesine bağlı bir orman köyü olan Manastır köyünde doğan Seyit Ali, Yörük çocuğudur. Mavi gözlü ve ufak tefektir. Gariban Anadolu köylüsü… Keçi güder arada kaçak odun kömürü yapar satar. 1909’da askere gider. 1912’de Balkan Savaşı’na katılır. 1914’te Birinci Dünya Savaşı başlayınca Çanakkale cephesinde topçu eri olarak bulundu.
18 Mart 1915’te Müttefik donanması Çanakkale Boğazı’nı geçmek için saldırıya geçti. Bu sırada Seyit Ali, Rumeli Mecidiye Tabyası’nda görevlidir. (Savaşın en kritik anlarından birinde Queen Elizabeth zırhlısından atılan bir top mermisi Mecidiye Tabyası’na isabet eder. Mecidiye Tabyası’nın pozisyonu çok kritiktir. Boğazdan geçen düşman savaş gemilerini vurmak üzere oradadır. Ve hedef alınan tabyada geriye sadece iki er ve tabya komutanı kalmıştır. Bu erlerden bir tanesi Seyit Ali Çabuk’tur.
Seyit, 276 kiloluk bir mermiyi, mataforası yani vinci bozuk olan topçu bataryasına tek başına sırtlayarak yerleştirmeyi başarır. Ve Ocean gemisini dümen sisteminden vurmayı başarır. Ocean daha sonra sürüklenir ve Nusrat’ın döşediği mayınlardan birine çarparak batar. Bu başarısından ötürü onbaşı rütbesine yükseltilmiş bir de ödül olarak çift tayın verilmiş.
Seyit Ali, 1909’da gittiği askerden, 1918’de onbaşı olarak döner. 1915’teki zaferden sonra 3 yıl daha Çanakkale’de askerliğe devam eder. 1918’de terhis olur.
Bir Tek Atatürk Hatırlar
Koca Seyit, harpten döndükten sonra burada köyünde kimseye savaş ile ilgili bir şey anlatmaz. 9 yılda yaşadıklarını kendine saklar. Kolay değil, yaşanan olaylar, büyük travmalar yaratmıştır muhtemelen. 1929’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bir açılış için Havran’a gelir. Açılıştan sonra Havran Nahiye Müdürü’ne der ki, “Burada bir Seyit Onbaşı olacaktı onu görmem lazım.”
Ancak Havran Nahiye Müdürü, Seyit Onbaşı’nın hangi köyde olduğunu bilmez. “Buluruz tabii Paşam” deyip, Edremit askerlik şubesinden Seyit’i sordurur. Manastır köyünde bulunur. Şubeden 2 jandarma görevlendirilip salınır. Sabah çıkan jandarmalar akşamüstü köye gelir. Koca Seyit, dağa kömüre gitmiştir. Jandarmalar evinin önünde akşama dek bekler. Akşam geç saatte evine gelen Seyit, jandarmayı görünce, kaçak kömür için geldiklerini sanır. Ama bozuntuya vermez. Askerlere “suçum ne ki” diye sorar. “Hayır, suçun yok biz seni bekliyoruz. Seni Paşa çağırıyor.” Seyit, sevinir.
Gece yarısı vardıklarında nahiye müdürü, Seyit’i perişan vaziyette görünce, önce onu bir güzel yıkatır, berberde saç sakal traşı yaptırır. Sabah da elbisesini verir. Atatürk’ün yanına çıktığında, biraz sohbetten sonra Paşa ‘ne istersen, iste sen büyük kahramanlık yaptın’ der.
Maaş bağlatılmasını teklif eder. Seyit Ali, “Hayır paşam” der, “biz görevimizi yaptık maaş için değil” der. Tek bir isteği olur Atatürk’ten, “Ben dağda kaçak odunla kömür imal ediyorum. Havran ve Edremit’te gece kaçak satıyorum. Senin emrinle o dağdaki ormancılar baltamı almasa. Rahat çalışsam, maaş da istemem”
Atatürk, nahiye müdürüne talimat verir, Seyit’e dokunulmasın diye. Ancak iki yıl sonra yeni gelen nahiye müdürü bu emri uygulamaz, Seyit’e pek rahat verilmez. Seyit Ali Onbaşı, bir süre daha dağda odun kömürü yapar. Yaşlanmaya başlayınca zorlanır, Havran’da bir fabrikada hamallığa başlar. Seyit Ali Çabuk, 1939’da 50 yaşındayken, zatürreeye yakalanır ve yaşamını yitirir. Köyündeki mezara gömülür. Koca Seyit’in köyü, hala yoksul… Yüze yakın torununun yaşadığı Koca Seyit Köyü (köyün adı sonradan Çamlık, 1990’da da Koca Seyit olmuştur) TSK bir dönem köye de sahip çıkmış, Koca Seyit Anıtı da yaptırmış… Güneydoğuda kilerden farksız, köylü topraksız, koyun keçi güdüyor, ovaya yevmiyeye gidiyor. Aynı dedeleri Koca Seyit gibi. Koca Seyit’in öyküsü, bir yerde Türkiye’nin tüm kahramanlarının öyküsüdür.
Günün Şiiri
Uçurumun Yalnız Yüzünde
maske yalnızlığı bu bizimki,
çevre denizlerden balık kokusu, korsan mavisi takıştıran
biraz solan bir çiçek, biraz açan bir dize,
hayli bizden önceki, hayli tutunmuş ve biraz somurtkan
bayılıyor çarşafı yorganı Dante ile Beatrice’e
sonra bozlakla misket arasında nice nice kamyonlarla
uğradığı her eve biraz Çalıkuşu, biraz Picasso laciverdi aşılıyor
yeniden yeniden tutuluyor aynadaki aya
kırlangıçlar, sukuşları, karabataklar üleşiyor, roller ve kuşatmalar kitabından
“sırası gelmişken”i oynuyor, beklerken
bekleyişleri derinleştiren bir kuyu, bir elinden tutuyor
yanıtsız sorular terkisinde ünlemler konduruyor sokak başlarına
acıyla karanfil, dostluk anımsatan tiradlardan,
ama sizi hep ben öldüm satır aralarında
ama siz hep o konuşkan sözlüğün ikiziydiniz,
kekemeydiniz yaşanmamış mutluluklardan
“kuşağımın sancısıyım,
Mardinkapı hancısıyım” yazılı bir duvardan
çokça bir çocuk sorusuyla yılkılanan tasası geçmişimin,
sizinle her çoklukta azdık, azlığımızın coşkusuydu yürümek
yürüdükçe bir okyanus yıkardı yüzümüzü, yıkılan atlasın terzisiydi zaman,
kırık zarlarla başlamıştım oyuna
yitirmek umrunda olmayan göçebeler gibi kördüm,
sahipsiz bir kitabın karasında gölgesiyle dans eden bu provada
alışkanlıkları sonuçlara bağlayan ne kördüğümler gördüm
uçuruma biz yakıştırdık tüm sıfatlarını
oysa molalardan alınacak çok ders vardı
kanatlarında masum ve ikircikli bir aşkı başka aşklara uçuran
şimdi kırılıyor bir öksürük alfabesiyle tüm harfler,
bir de paylaşamadığımız korkularımızdan sorumluyuz
bizden hesap sorarken tutku vebasına tutulmuş saatler
bu yalnızlığın tarihi çok eskidi
bozuk plakları güncelleştiren bir şifre gibi boynumuzda
giyotin acısıyla mayalanan şaraplar, şarabi mutluluklar eğiren
bir tadı vardı tüm yaşadıklarımızın;
uçurum bize kendini verdi.
Altay Ömer ERDOĞAN
Günün Sözü
Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla sulanmadıkça terk edilemez.
Mustafa Kemal ATATÜRK
(Sakarya Meydan Muharebesi)