Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bu sabah geçmişten geldim çok uzaktan sanki! Ve düşünüyorum her gece, değişik bir güne gebe; aynı gibi görünse de her şey, aslında hiçbir şey aynı değil ve gecenin ne doğuracağını gösteren bir yansılanım aleti yok henüz. Geçmiş günlerin yaşanmışlıkları, yeni doğan günü bir şekilde şekillendirir ancak; gerçekten ne doğuracağı ise meçhul, mü? Bilmiyorum! Ama dünyanın büyük belirleyicileri hiç uyumadan iş başında! Gece aslında büyük belirleyicilerin projelerine gebe! Belki sabahın beşinde doğar belirleyici belki gecenin bilmem kaçında ama doğar illa. İlla doğurur gece; hiç bir şey doğurmasa en masumundan saçlarımıza bir ak, alnımıza bir çizgi kondurur!
Belki bu sabah 300 yıl öncesinden dönüyoruz yeni güne? Ya da dünyanın öbür ucundan belki başka hayatlar yaşıyoruz uyuduğumuzu sandığımız saatlerde kim bilir ki? Belki bedenimiz ve ruhumuz bin yaşında? Bu yüzdendir bazen sabah uyandığımızda alnımızda oluşan kırışıklar, sinirli halimiz, yorgun, isteksiz, huzursuz oluşumuz? Rahat uyumadım deriz bu duruma kılıf uydurmak için ama belki aslında çok uzaktan gelmişiz? Belki yol işçileriyiz neden, niçin yolu kazdığımızı bilmeden, şuraya buraya ama asıl gereken değil de hiç ilgisi olmayan yerlere rögar delikleri açmışızdır. Üstelik yeni yapılan asfaltı kırarak ilk yağmurda yeniden sokakları taşıracak? Yorgun ve isteksiziz, güneş altında lak lak yapmaktan zahir. Belki Mısır’da piramit işçileriydik bu yüzden yorgunluğumuz…
Ya da güzel bir iş yapmanın rahatlığı ve rahatsızlığı ile geliriz geçmişten belki en az yüz aileye yiyecek, giyecek, kitap yardımı yapmışızdır, içimiz kıpır kıpırdır, mutlukla acı arasında çarpar kalbimiz çünkü gerçek istediğimiz yardıma muhtaç kimsenin olmaması bu yüzden mutluluğumuz hep acıyla perdeli!
Belki Justinyen zamanından geliyoruz. Kılıçtan geçmiş binlerce can arasından sıyrılmışız? Ayasofya’da dolaşmışız dinimiz ne? İnancımız ne? Kimin umurunda, sen kendini biliyorsun Allah da biliyor ya! Bizim derimiz incelik ve sanat… Dolaşıyoruz dehlizlerini kıvrım kıvrım merdivenlerinden çıkıyoruz kalbimizde kimsenin duymadığı bir dua, giysilerimiz güne uygun.
Belki çok uzaklarda değildik 100 yıl öncesinde falan değil de tarihten önce bir gündeydik. Sevdiklerimizle birlikte idik yıllar önce kaybettiğimiz, belki uyandığımızda masanın üzerinde sıcak simit, günlük gazete ve bir demet nergis olan bir günde yaşamışız gece boyu? Belki o basit ve elle tutulur mutluluğu yudumlamışızdır kana kana? O zamanda özlemle geliriz yorgun argın değil süklüm püklüm, yenilmiş, hırpalanmış, özlemiş hissederek. Belki yedi uyuyanlarla geziye çıkmışızdır Arafat’ta. O yüzden güne gıcığımız?
Valla olabilir de olamaz da en iyisi fazla düşünmemek? Bendeniz için uyanmak vicdan azabı, yaşamak vicdan azabı, düşünmek kafa azabı, düşünmemek ölüm! Ve öyle bile olsa bu güne uyandık artık yapabileceğimiz ya da beğenip evetleyebileceğimiz bir şey yok… Bize biçilen hayatı sımsıkı yakıştı, yakışmadı hiç düşünmeden giyinmek zorundayız! Ya da zaten giyinip gelmişiz? Onun için zaten her sabah uyandığımızda bazılarımız çok düşünmeyiz, rutin işlerimizi yapar, rutin düşünür, rutin yaşarız! Eskicilere kızarız, günde beş kez sokaktan bağıra çağıra geçtikleri için bazen paranoya yaparız yoksa… diye sorarız. Ne de olsa zaman bu zaman? Güneşin altında gezen dondurmacıya acırız “başına güneş girecek sesi kısılacak” diye korkarız, ama her zaman hep aynı bağırır. “Dondürma liymonnn…” Birde yılların eskitemediği acayip bir satıcı var çocukluğumdan beri geçer sokaktan, ne sattığını bilirim ne de yüzünü tanırım ama sesi milyon kişinin sesinden ayrıt ederim, bir ses hiç değişmez, aşınılıp eskimez mi, asla… Sanki ilk duyduğum gibi! Oysa bendenizin sesi saniye başı değişir maşallah ya hışır hışır olur ya da boğazımda düğüm düğüm ya da kaygısız şakır gider. Ama asla tek düze kalmaz kalamaz.
Ve düşünüyorum bu sabah ellerim yüzümde 300 yıl öncesinden gelmiş olabiliriz aslında bu olabilir zaten yaşadığımız güne uyanıyoruz sonunda peki ya 300 yıl önceki gibi olarak bu güne uyansaydık? Tüylerim diken diken oluyor! Dehşet bir şey olurdu. Lütfen Allah’ım olmasın böyle bir şey diyerek bağdaşımı bozdum ellerimi yüzümden çektim hızla kalktım. Çok saçmaladın dedim. Çok ama ya olursa? Belli ki hala uykudayım saçmalayıp duruyorum valla gece beni böyle doğurdu güne ne yapabilirim ki? Bugün saçmalayacaksın diye emir buyurdu!
Belki saçmalamak “pes” dedirmekten güzeldir? Aman ya en güzeli sağlıklı ve sabırlı olmak ve sevgiyle yoğrulmuş ve tabi ayrımsız gayrımsız kalmak, hep birlikte bu korona hanımlı günlerde… Ve bu mikrop hanımın hayatımıza girmesine izin vermemek…
Sevgili okuyucularım koruma mesafeli ve maskeli olmak ilk tedbirdir. Biliyoruz zaten değil mi? Yani bendeniz iki üç maskeyle dolaşıyorum bazen çünkü maskem hemen nemleniyor. Onu kaldırıp yenisini kullanıyorum ıssız yerlerde yürüyüş yapıyorum, yan yana olabileceğim kimselerin olmadığı yerlerde. Büyük marketlere girmiyorum, manav ve bakkaldan alışveriş yapıyorum. İstediğimi söyleyip dışarıda bekliyorum. Eve gelince ilk iş elimdekileri balkona bırakmak sonra ellerimi, anahtarımı, gözlüğümü ve maskemi güzelce yıkamak oluyor. Kesinlikle aşırıya gitmeden, paranoya yapmadan ama tedbiri elden bırakmadan ve böyle yaşamak artık rutinimiz olmalı diye düşünüyorum zaten bendeniz normalde böyle yaşardım maske hariç. Bu yüzden çokta sıkıntı vermiyor bu önlemler. Yalnızca sıkıldığım şey doya doya sarılamamak sevdiklerime, öpüşmek, el sıkmak zaten ondan geçtim ama sarılmak öyle sıkı sıkı işte onu yapmamak kollarımı zorluyor valla.
Ve sağlıkla ve sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım. Birlik ve beraberlikle inadına-inadına… Yase
& & & & &
Eşeğin Gölgesi
Bir gün büyük Yunan hatibi Demostenes, Atina’da bir toplantı da konuşmak isteyince halk, kendisini dinlemek istememiş, gürültü etmeye başlamış.
Bunun üzerine Demostenes: “Yalnız iki kelimecik söyleyeceğim” demiş ve hemen bir hikaye anlatmaya başlamış: “Vaktiyle bir delikanlı Atina’dan Megara’ya gitmek için bir eşek kiralamıştı. Eşeğini kiraya veren adam da aynı yere işi düştüğü için beraber yola çıkmışlar. Konuşa konuşa giderken öğle sıcağı basmış. Biraz dinlenmek ve öğle yemeği yemek için birlikte bir su başına çökmüşler. Ama ortalıkta gölge edecek bir şey olmadığı için eşeğin sahibi, eşeğinin yaptığı gölgeye sığınmış. Eşeğini kiralayan genç buna içerlemiş sen çekil ben oturacağım oraya demiş. Öteki ise ne münasebet, eşek benim deyince kiracı iyi ama ben kiraladım diye itiraz etmiş. Diğeri ben eşeği kiraya verdim gölgesini değil diye devam etmiş. Derken aralarında kavga çıkmış.”
Demostenes sözün burasına gelince kürsüden inmiş. Halk: “Sonra ne olmuş, söylesene sonra ne olmuş?” diye bağrışmaya başlayınca, tekrar kürsüye çıkmış: “Ey ahali! Sizin iyiliğiniz için laf edeyim dedim dinlemediniz de bir eşeğin gölgesini merak ediyorsunuz, bu ne iştir!”
Günün Şiiri
Her Şey Sende Gizli
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kâr sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak, bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin…
Can YÜCEL
Günün Fıkrası
Buzda Balık Avı
Temel Kuzey Kutbuna gider. Buzda balık avlamanın çok popüler olduğunu duyar, hemen kendine bir olta alır ve bulduğu ilk geniş buzlu alanda işe girişir. Tam buzu kırmaya çalışırken gümbür gümbür bir ses duyar: “Orada balık bulamazsın!”
Ne olduğunu anlamayarak etrafına bakınır, ama sesin nereden geldiğini çözemez. Biraz ileriye gidip tekrar buzu kırmaya çalışırken aynı ses yine duyulur: “Sana söyledim geri zekalı, orada balık bulamazsın!”
Temel korku içinde başını yukarı kaldırır ve dehşet içinde sorar: “Allah’ım! Sen misin?”
Aynı ses cevap verir: “Hayır salak, ben buz hokey sahasının bekçisiyim”
Günün Sözü
Alma Mazlumun Ahını Çekersin Aheste-Aheste.
(Bu sözde geçmişten geldi çok uzaktan öbür alemden…)