Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü idi. Pandemi sürecinde ruh sağlığımız iyiden iyiye bozuldu. O nedenle bu gün önemli diye düşünüyorum.
Dünden beri düşünüyorum dudaklarımda bir gülümseme. Ruh sağlığı nedir diye. Çok çok sıkıldığımda “ruhum içerden sıkılıyor ta içerden” diye yakınırım. Oysa “Canım sıkılıyor” deriz çoğunlukla “ruhum sıkılıyor” demeyiz değil mi? Kutsal kitapta ruh ilminin yalnızca Allah katında olduğundan söz edilir. Ve “sana ruhtan soralar”deki ruh, rabbimin emrindedir denir.
Bizim algılayabildiğimiz ise canla eş anlamlı ve Allah’ın içimize üflediği nefes! Şimdi düşünüyorum “ruhum sıkılıyor” dediğimizde aslında bize üflenen nefese saygısızlık mı ediyoruz bu durumda? Galiba “evet.”
Ve tabi kendimize yazık ediyoruz. Toplumun yüzde bilmem kaçının ruh sağlığı bozukmuş. Çok kimse depresyondaymış. Yani ruhi bozukluk yaşıyormuş. Hatta çocuklar depresyon yaşıyorlarmış ve tabi yine çakma depresyon yaşayanların sayısı da epey kabarıkmış.
Canımız azıcık sıkılsın hemen depresyondayız diye kendimize bir şeyler yakıştırırız. Bu durumda bizde çakma depresyon takılanlardanız zahir? Ancak yine, çoğumuz çakma olduğumuzu bilmeyiz ve hastaneler bizim gibilerle dolar. Çünkü gerçek depresyon gerçek bir ruh hastalığıdır. Ve baya da ağır bir şeydir. İlaç tedavisi gerektirir çoğu zaman. Çok ağır travmalardan sonra ve çoğunlukta yapısı depresif (depresyona uygun, yani havadan nem kapan) olan insanlarda görünür.
Ruh sağlığı beden sağlığı ile paraleldir diye düşünüyorum. Dikkat edin. Ne zaman “ruhum sıkkın” desek Kalbimizde garip bir şeyler algılarız hareketlerimiz ağırlaşır, kendimizi yorgun ve hasta gibi algılarız değil mi?
Demek ruh sağlığı eşittir beden sağlığı. Ruh sağlığı elde edebilmek için acizane yollarım var. Bunlardan biri. Ruhumu temizlemek önce, çerden çöpten… Çer çöp değdim şey. Kafaya takmamam gereken sözler, davranışlar, olumsuz düşünceler, kuşkular ön yargılar, haset ve ön yargı ve bunu artırabilirsiniz. Bütün bunlar benim için çer çöp. Ve onların yeri ruhum değil ancak çöp kutusudur.
Böyle düşündüğümden onları ruhumda barındırmam. Barındıracağım şeyler çok ucuz ve hafif. Ve çok kolay örneğin bir limon ağacı sevgisi… Bu minnacık genç fide bile ruhuma neşe verebildiği için, ruhumu neşelendirecek doyuracak şeyler ararım. Bir müzik, bir resim, bir kitap, bir güzel söz, bir yardım, gönülden bir gülümseme, içten bir paylaşım, sözleri, yürekleri, lokmaları, paraları ve bu hafif ama çok önemli şeyleri büyütebiliriz. İstediğimiz kadar yalnızca içimizi onlar açalım.
Ve aslında “ruhum sıkılıyor ta içten” dediğimiz an ruhumuzu doyuracak bir şey bulamadığımız andır oysa etrafımızda bulamayacağımız şey yok. Ancak biz bulmak, bakmak ve de ve de sıkıntıdan kurtulmak isteği taşımayız kendimizi böylesine salıvermek çok kolayımıza gider. Ve tembelliğimizin kurbanı oluruz. Bütün çer çöpün içimize hızla koşarak yerleştiği andır o an. Ve aslında o çer çöp bize garip bir zevkte verir belki çer çöp toplayıp kötülükle sarhoş olmanın da zevki bir başka oluyordur. Ve o zevki bir müddet taşımak isteriz. Ruhum sıkkın diye sağa sola öfke yağdırarak!!!
Valla bu ruh sağlığı gününde, haftasında bir uzmanla görüşmek en iyisi… Ben yaşanmışlıklarımı paylaştım sadece. Ve yine düşünüyorum ki biz aslında ruh sağlığı yönünden sınıfta kaldık. Kendimizi geliştirmek adına doğru düzgün bir şey yapamıyoruz. Çevreme bakıyorum herkeste bir asık surat, sanırsınız nemrutla yarışıyorlar, ağızlarını bir açmasınlar, kin nefret kusuyorlar ya da hastalık, her gün diş doktoru, her gün ultrason her gün antidepresan ilaç her hafta kuaför ve gün.
Her gün daha bilmem ne? Bir türlü kendilerine yetemediklerinden kendilerine oyuncak arıyorlar. Çoğu zaman laf olsun diye hastanelere gidiyorlar eften püften şeyler için. Ultrasonların çoğu uzman isteği değil, hasta olduğunu sananların isteği, kan tahlilleri de öyle. Ve günlerce sonuçlara bakıp kendilerine acımaktan acayip zevk alıyorlar. Gençler deseniz dokunma kırılırım durumlarında. Valla ruh sağlığı çok, çok önemli çok çok. Ama hepimiz bilmiyoruz. Ve herkes ruhunu bir şekilde doyuruyor işte. Kimi nefretle kimi neşeyle… Kimide boş bırakıyor inler cinler cirit atıyor içinde.
Limon ağacıma canım nasılsın bugün diye sordum aldığım yanıt çok iyiyim sağol oldu. Bu yanıt ruhumu takviye oldu. Sizde bence ruhunuzu boş bırakmayın. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım. Yase
& & & & &
İçsel simya hakkında ufak bir bilgi, Vikipedi ansiklopedisinden…
Okültizm‘in dallarından biri ya da kapsadığı alanlardan biri olarak görülen simya kimi kaynaklarda iç (ezoterik) simya ve dış (egzoterik) simya olarak ikiye ayrılmaktadır. Dış simyadaki bütün kavramlar Hermes Trismegistus inisiyasyonundaki ezoterik bilgilerin anlaşılamamış sembollerinden ibarettir. Örneğin, dış simyada madenlerin birbirine dönüşümünü sağlamak anlamına gelen “büyük eser” (magnus opum), iç simyada, inisiyatik bir eğitimin sonunda elde edilen spritüel “aydınlanma”yı ifade eder. İç simyada inisiyasyonlardaki küçük misterlere ve büyük misterlere vakıf olma “küçük eser” ve “büyük eser” diye adlandırılmıştır. “Büyük eser”i gerçekleştiren kişinin “büyük sanat”ın sonunda “felsefe taşı”nı elde etmiş, “ölümsüzlük iksirini”ni içmiş olması, inisiyatik süreç sonunda aydınlanmış olmasını simgelerdi.
“İlk madde”yi (materia prima) elde etmek ise, tüm madenlerin türediği madde cevherini elde etmek değil, ruhsal varlığın ilk halini, yani maddi dünyada doğmadan önceki saf hali, saf şuur halini elde etmek anlamına geliyordu. Metalin altına dönüşmesi sembolizminde simgelenen bir anlam da ‘aura’nın arınması, altın parlaklığını gösterecek bir saflığa ulaşmasıdır. Hermes Trismegistus’a dayanan ezoterik sembollerin, o sembolleri anlayabilecek inisiyatik eğitimden geçmemiş olanların eline geçmesi dış simyayı doğurmuştur. Bu bakımdan kimi yazarlar dış simyayı okültizm kapsamında, iç simyayı ezoterizm kapsamında ele alırlar.
Günün Şiiri
Güneş Taşı’ndan
sözsüz konuşan sessizlik,
bir şeyler söylüyor mu? duyuluyor mu bir çığlık?
yeni bir şey olmuyor mu zaman geçtikçe?
-olmuyor bir şey, yalnızca güneş
göz kırpıyor, bir devinim sayılmaz bu,
geri vermiyorlar bize hiçbir şeyi, zaman dönemez
geri, sonsuza dek cansızdır ölüler
ve ölemezler
bir başka türlü, dokunmak yasaktır onlara,
donmuş bir halde, kendi ıssızlıklarında,
gömütlerinden gözlerler bizi,
umarsızdırlar, bizi de fazla izlemezler,
şimdi yaşamlarının bir yontusudur ölüm,
sonsuza dek hiç olmuş bir varlık,
bir hiçtir her dakika da,
yüreğinin atışını kollar bir hayalet kral
ve son bakışın, biraz değişse de
belirir bir maskta:
yaşamımızı simgeleyen bu anıt,
deneyimsiz ve yabancı gibi duruyor,
çok az benziyor bize,
-ne zaman gerçekten bizim oldu yaşam?
ne zaman kendimiz gibi olduk?
kötü tanınıyoruz, bir baş dönmesi ve boşluktan
başka bir şey değiliz, bir çiziğiz aynada,
dehşet ve kusmuk tanımlar bizi, hiçbir zaman
bizim olmadı yaşam, hep başkalarının oldu,
hiç kimsenin değildir yaşam, yaşam bizimdir-
ötekiler hep yediler güneşin ekmeğini,
…
biziz ötekiler-
ben kendimden başka biriyim, davranışlarım
bana daha çok benziyor, başkaları gibi
davranırken, kendim olmak için başka biri olmalıyım,
bırak kendini, başkalarında
ara kimliğini, başkaları da yok
eğer ben yoksam, başkalarıdır veren bana
varlığımı, ben kendim değilim,
ben diye bir şey yok, hep biz varız,
yaşam başka biridir, senin ve
benim ötemde, hep ufukta,
bizi öldürür ve yabancılaştırır yaşam,
yüzümüzü ortaya çıkarır sonra da, onu eskitir,
varlık için açlık çekeriz, ah ölüm, ekmeğimiz,
Mary, Persephone, Heloise, gerçek yüzümü
görmem için gösterin bana
yüzünüzü, öteki yüzünüzü de,
sonsuza dek hepimizin olacak yüzüm,
yüzü olacak ağacın ve ekmeği yapanın,
şöförün, bulutun, denizcinin,
güneşin ve buharın yüzü olacak,
Peter’i ve Paul’ü imleyecek, bu yalnızlar takımını da,
uyandırın beni,
çoktan doğdum ben:
yaşam ve ölüm
bir anlaşma yaptı içinizde, gecenin hanımı,
berraklığın kulesi, şafağın kraliçesi,
ayın bakiresi, denizin annesi,
dünyanın gövdesi, ölümün evi hep usumda,
hep yuvarlanıyorum doğduğumdan beri,
Octavio PAZ
Günün Fıkrası
Temel, oğlu Hasan’ı ödüllendirmek için para vermiş ve sinemaya göndermiş. Hasan gişeden biletini almış ve salona girmiş ancak biraz sonra ağlayarak dışarı çıkmış Gişedeki kız Hasan’ın yanına gidip ne olduğunu sorunca Hasan da: “-Kapıtaki amica piletumi yirttu…”
Günün Sözü
Bir anne yüreği, dibinde daima af bulunan bir uçurumdur.
Honore de BALZAC
Kalp neyle doluysa, dudaklardan o dökülür.
Goethe